Kayıtlar

metal tıngırtısı

İnsan dünyaya salındı. Gözlerini açtı ve etrafını izledi. Önce boşluk vardı zihninde. Maddesel bir boşluk. Somut bir sessizlik. Sonra düşünmeye başladı. Düşündü ama neyle? Kelimelerle mi? Hangi kelimelerle? Hangi dille? Bilinmez fakat düşündü. Gördüğü her şey birer imgeydi onun için. İsimleri olmayan ve isimleri olmadığı için nesneyi karşılarken insana sadece ‘öyle olduğu’ hissini veren birer imgeydiler. İnsan diğer insanla karşılaştı. O da düşünüyordu. Anlaştılar. Büyüdüler ve geliştiler. Bir araya geldiler, bir arada düşünmeyi öğrendiler. Doğayı kontrol altına aldılar. İnsanları da kontrol altına alabildiklerini gördüler. İnsanlık tarihi düşünceyle başladı ve düşünceyle var oldu. Bugün de ancak düşünceyle var kalabilir. Yirmi birinci yüzyılın en acı gerçeklerinden biridir ki insan artık düşünmüyor. Düşüncelerini karşılayacak kadar kelime bilgisi bile yok çoğu insanın. İnsanlık acınası halde… Geliştiğini söylemek çirkin bir yalan olur. Tarih öncesi çağlardan beri insanları sa...

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Karpuz çekirdeklerini çiğnemeyin. İnsanlığa sesleneceğim ama sesim kısık, göz gezdirin yeter. Zaman, insan uydurması bir saçmalık. Saatler, takvimler ve acımasız tik-tak'lar olmasa "zaman geçiyor" diyebilir miydik? 1) Zaman da neyin nesi? 2) Geçtiği ne malum? Yaşlanıyoruz, evet, etrafımıza bakalım, bizden ve hayvanlardan-ki bizler de biyolojik birkaç terimle hayvan kategorisinde sayılıyoruz- başka yaşlanan bir şey var mı? Tik-tak. Bu demek oluyor ki sonbaharda yaprağını döktükten sonra ilkbaharda sanki daha önce hiç ilkbahar yaşamamış gibi tazecik açıveren çiçekler, yeşillenen ağaçlar için geçen bir zamandan söz edemeyiz. Suratımızdaki kırışıklıklar zamanın ölçüsü değildir. İnsanın aklına nereden esmiş de ömrünü böylesi korkunç ve acı bir kavramın sivri köşeleriyle sınırlandırmış? Tanpınar'ı çıldırttığı kadar var... Tik-tak.  "Ne içindeyim zamanın,  Ne de büsbütün dışında" Yazmaya başladığımdan beri bu cümlenin noktasını koyana kadar on yedi dakika o...

there is not a single word in the whole world that could describe the hurt

TIKLAMAYINIZ .... -"Bu şehri sadece akşamları seviyorum." -"Karanlık olduğu için mi?"  -"Hayır." -"Çünkü ışıkları seviyorsun?"  S. anlaşılmış olmanın mutluluğuyla parlayan gözlerini kaldırıp yanında onu yatağa atmak için felsefik zırvalıklarını iki saat boyunca dinlemiş olup şimdi de onu anlamaya çalışırmış gibi yapan delikanlının kafasında aslında neler döndüğünü bilmeden en samimi gülümsemelerinden birini takınıp gözlerine baktı. Anladığını sanırdı. "İnsan sarrafı" olduğunu söyler, gözlerden ve ellerden altmış yıllık biyografileri yazabileceğini iddia ederdi. Halbuki delikanlının gözleri boş ve ete hasret bakıyordu. S.'yi anladığından değil en erken kaç ay sonra onu evine davet edebileceğini hesapladığından dolayı vardı delikanlının gözlerindeki pırıltı. Üç yıl geçmişti o günün üzerinden. Yorganın soğuk kalmış kısmı tenini yavaş ve serince okşuyordu. Küçükken tavana baktığında tırtıklarından değişik şekiller çı...
y a p a y a l ı n ı z İnsanlık bu ya Yetmişinde bile yedinin hayallerini solur O çocuksu umut ve bağlanma gücü vardır ya Tek kelimeyle Harikalar Diyarları kurdurur -Prensesi çamurdan. Ve Bir hızlı trende, beyaz audi x6lı prensine götüren yolları seyreden- İşte o çocuksu yanımız insan yapar biraz da bizi Hemencecik hayallerin dalgalarına bırakıveririz kendimizi Boğulmayanlar sadece telaşa kapılmayanlardır ... "Şartlar el vermez"ler bazen Diyarları 7.2lik depremler vurur Lakrimalın biri de hınzır ki bekliyor göz bebeğinin kenarında Sinsi ve ıslak... Sıcak sıcak, buğday tenleri yaka yaka kayar yanaklardan Yedilik sevinçleri, ümitleri Elde avuçta olanı Yaşama sevincini de katar yanına İnsanoğlu! İnsan olmak yeterince zorken bir de olmak insanoğlu... Kıyıya vurmayı bekler eli kolu bağlı Halbuki kaldırsa kafasını masmavi bir gökyüzü uçsuz bucaksız uzanıyor üstünde Sanki onu kucaklamak ister gibi ufuk çizgisinde denize çalıyor Kıyının arkasında falezi kucak...

Raf lazım

Resim
Bazı şarkılar bugün bile bazı zamanlarda hala bedeniminizin bazı bölgelerinde bazı ağrı ve bazı sızılara neden olabilmekle beraber dinlendikleri bazı mekanlardaki bazı kişileri anımsatabildiklerinden bazılarımızın bazı kalplerinden bazı boğazlarına kadar bazı ağır sızılar bazı rüzgarlar gibi esip geçerler de bu bazılarımız bundan bazı büyük utançlar duyarlar, neden hala canlarını yakar bu bazı şarkılar?                 

Ama yetmiyor... Yetinemiyoruz da

Resim
Uzakların en yakınından, gece karanlığının esrarını giymiş uzun paltolu adamların, İstanbul'un köhne sokaklarında yalnızlığın elinden tutmuş başıboş gezenlerin, bir tek neden gösterilmeden terk edilmiş olanların; özlemin, yaz gününde sertçe esip saçlarını yüzüne savuran rüzgar gibi gönlüne esenlerin, ücra bir köşedeki meyhane masasında, eski bir dost gibi onları seyreden  uzun bardaktaki soğuk rakının önünde düşüncelerinin akmaya zorladığı gözyaşlarıyla boğuşanların, şehrin dışına çıkmadan önce karşımıza çıkan son sokaklardan birine saklanmış olan derme çatma, boyası dökülmüş ve balkon altları kapkara ise bulanmış, odaları buram buram rutubet kokan, küflü duvarlarının arasına bir küçük yuvarlak masa ile başına bir sandalye, yayları da adeta otelin harap haline bir tepki olarak içinden fırlamış bir yatak ve o masanın tam üstünde odadaki hüznü ve acımasızlığı artıran bir tablo asılmış odada sandalyeye oturmuş intihar için son bir yudum cesareti şarap şişesinden ağzına akıttığında kaf...

"Sonra bir gün çıkarım, sen 'artık dönmez' derken"

Resim
"Bugüne dek yaşadığımız yoğunluklu duygusal olayların bıraktığı inançlar ve bunların kodlamaları bilinçaltımızı oluşturuyor."   imiş. Doğrudur. Bu bilinçaltlarını insanlardan korumalı.  Fark etmeyiz, çok küçükken bize küsen 'dost'larımız, bizi köşemize sindiren zalım sınıf arkadaşlarımız, topumuzu alıp bizi oynatmayan 'mahalleden abi'ler, beğendikleri oyuncaklarımızı yürüten kalleşler, kırılmış sınıf camının suçunu paylaşmayan ispiyoncular, cimcikleyen anneler, kızan anneler, yanlış bir şey yapınca '"evde gösteririm ben sana" bakışı' atan anneler, misafirlikte "yok teyzesi o yemez" diye açlığımızdan utandıran anneler, asker babalar, döven alkolik babalar, her gece kavga eden anne babalar, aşağılık kompleksini bastıramayıp öğrencisine eziyet eden öğretmenler,  dalga geçen arkadaşlar, parmakla gösteren insanlar, utandıranlar, üzenler, etkileyenler ve niceleri, hepsi, hepsi hayatımızda ezilen birer kelebek. Seneler sonra bu kel...

Biz bir büyüdük demiş anaveragehuman

Resim
Ben ağlıyorum, siz de ağlayın. Bugün herkes canlı biliminin bizi bu kadar hızlı büyütecek kadar acımasız olmasına ağlasın.  Büyüyorsunuz. Büyüyoruz. Geride bırakıyoruz o kadar yılı da bir kez olsun aklımıza gelmiyor şimdi yürüdüğümüz yolları seneler önce küçücük ayaklarımızla, aklımızda başka şeyler varken yürümüştük.  Dertlerimiz başkaydı, küçücük kalplerde kocaman sevgileri besler aşklarımıza ağlardık, mektuplar yazar arkadaşlarımızla gönderirdik, bakışlarımızı kaçırır utancımızdan pancara dönerdik, doyasıya koşardık sonra, dizlerimiz yara bere içinde giderdik eve de iki gün sonra aynı yerden sıcacık kanımız sızardı, korkardık, korkutulmaktan hoşlanırdık, mahalle arkadaşlarını toplar cinli perili hikayelerle birbirimizi korkutmaya çalışırdık, bazılarımız sabah ıslak yatakta uyanmak zorunda kalırdı, küserdik de sırf barıştığımızı resmiyete dökmek için işaret ve orta parmağımızı birbirine dolardık, ta beşinci kattaki anamıza bağırmaktan ses tellerimiz parçalanırdı da ...

Sanatsız yaşayabilme sanatı

Resim
Hayatın amacı nedir? Çalışmak; iyi bir avukat, bir astronot, başarılı bir doktor olmak mı? Çok para kazanmak mı? Para içinde yüzmek, koccaman bir malikanede yaşamak, hizmetçilere emir verebilmek, şirkete kırmızı üstü açık spor bir arabayla gitmek mi? Zengin olmak mı hayatın amacı? Güç mü? Rakipler edinip onlarla itişmek, ülkeyi hatta bunla da yetinmeyip dünyayı ele geçirmeye çalışmak mı? Adının her yerlerde yazmasını sağlamak, gazetelere, manşetlere konu olmak mı? Hayatın amacı sıcağıyla soğuğuyla hep bir şeyleri elde edebilmek için savaşmak mı? Yoksa dünya barışı adına ufacık şeyler yapıp bunlarla dünyayı değiştirebileceğine inanmak mı? Gününü gün etmek, her sabah başka bir yatakta uyanmak, her gece farklı bir bardan çıkmak mı? Okumak mı? Öğrenmek, daha fazla bilmek, her şeyi bilmek mi? Yoksa gezmek görmek, Batısını Doğusunu, Amerika'sını, Avrupa'sını, Çin'ini, Arabistan'ını görmek mi? Hayatın amacı insanlar mı? Tanımak mı? Dost kaz...