Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
y a p a y a l ı n ı z İnsanlık bu ya Yetmişinde bile yedinin hayallerini solur O çocuksu umut ve bağlanma gücü vardır ya Tek kelimeyle Harikalar Diyarları kurdurur -Prensesi çamurdan. Ve Bir hızlı trende, beyaz audi x6lı prensine götüren yolları seyreden- İşte o çocuksu yanımız insan yapar biraz da bizi Hemencecik hayallerin dalgalarına bırakıveririz kendimizi Boğulmayanlar sadece telaşa kapılmayanlardır ... "Şartlar el vermez"ler bazen Diyarları 7.2lik depremler vurur Lakrimalın biri de hınzır ki bekliyor göz bebeğinin kenarında Sinsi ve ıslak... Sıcak sıcak, buğday tenleri yaka yaka kayar yanaklardan Yedilik sevinçleri, ümitleri Elde avuçta olanı Yaşama sevincini de katar yanına İnsanoğlu! İnsan olmak yeterince zorken bir de olmak insanoğlu... Kıyıya vurmayı bekler eli kolu bağlı Halbuki kaldırsa kafasını masmavi bir gökyüzü uçsuz bucaksız uzanıyor üstünde Sanki onu kucaklamak ister gibi ufuk çizgisinde denize çalıyor Kıyının arkasında falezi kucak

Raf lazım

Resim
Bazı şarkılar bugün bile bazı zamanlarda hala bedeniminizin bazı bölgelerinde bazı ağrı ve bazı sızılara neden olabilmekle beraber dinlendikleri bazı mekanlardaki bazı kişileri anımsatabildiklerinden bazılarımızın bazı kalplerinden bazı boğazlarına kadar bazı ağır sızılar bazı rüzgarlar gibi esip geçerler de bu bazılarımız bundan bazı büyük utançlar duyarlar, neden hala canlarını yakar bu bazı şarkılar?                 

Ama yetmiyor... Yetinemiyoruz da

Resim
Uzakların en yakınından, gece karanlığının esrarını giymiş uzun paltolu adamların, İstanbul'un köhne sokaklarında yalnızlığın elinden tutmuş başıboş gezenlerin, bir tek neden gösterilmeden terk edilmiş olanların; özlemin, yaz gününde sertçe esip saçlarını yüzüne savuran rüzgar gibi gönlüne esenlerin, ücra bir köşedeki meyhane masasında, eski bir dost gibi onları seyreden  uzun bardaktaki soğuk rakının önünde düşüncelerinin akmaya zorladığı gözyaşlarıyla boğuşanların, şehrin dışına çıkmadan önce karşımıza çıkan son sokaklardan birine saklanmış olan derme çatma, boyası dökülmüş ve balkon altları kapkara ise bulanmış, odaları buram buram rutubet kokan, küflü duvarlarının arasına bir küçük yuvarlak masa ile başına bir sandalye, yayları da adeta otelin harap haline bir tepki olarak içinden fırlamış bir yatak ve o masanın tam üstünde odadaki hüznü ve acımasızlığı artıran bir tablo asılmış odada sandalyeye oturmuş intihar için son bir yudum cesareti şarap şişesinden ağzına akıttığında kaf

"Sonra bir gün çıkarım, sen 'artık dönmez' derken"

Resim
"Bugüne dek yaşadığımız yoğunluklu duygusal olayların bıraktığı inançlar ve bunların kodlamaları bilinçaltımızı oluşturuyor."   imiş. Doğrudur. Bu bilinçaltlarını insanlardan korumalı.  Fark etmeyiz, çok küçükken bize küsen 'dost'larımız, bizi köşemize sindiren zalım sınıf arkadaşlarımız, topumuzu alıp bizi oynatmayan 'mahalleden abi'ler, beğendikleri oyuncaklarımızı yürüten kalleşler, kırılmış sınıf camının suçunu paylaşmayan ispiyoncular, cimcikleyen anneler, kızan anneler, yanlış bir şey yapınca '"evde gösteririm ben sana" bakışı' atan anneler, misafirlikte "yok teyzesi o yemez" diye açlığımızdan utandıran anneler, asker babalar, döven alkolik babalar, her gece kavga eden anne babalar, aşağılık kompleksini bastıramayıp öğrencisine eziyet eden öğretmenler,  dalga geçen arkadaşlar, parmakla gösteren insanlar, utandıranlar, üzenler, etkileyenler ve niceleri, hepsi, hepsi hayatımızda ezilen birer kelebek. Seneler sonra bu kel

Biz bir büyüdük demiş anaveragehuman

Resim
Ben ağlıyorum, siz de ağlayın. Bugün herkes canlı biliminin bizi bu kadar hızlı büyütecek kadar acımasız olmasına ağlasın.  Büyüyorsunuz. Büyüyoruz. Geride bırakıyoruz o kadar yılı da bir kez olsun aklımıza gelmiyor şimdi yürüdüğümüz yolları seneler önce küçücük ayaklarımızla, aklımızda başka şeyler varken yürümüştük.  Dertlerimiz başkaydı, küçücük kalplerde kocaman sevgileri besler aşklarımıza ağlardık, mektuplar yazar arkadaşlarımızla gönderirdik, bakışlarımızı kaçırır utancımızdan pancara dönerdik, doyasıya koşardık sonra, dizlerimiz yara bere içinde giderdik eve de iki gün sonra aynı yerden sıcacık kanımız sızardı, korkardık, korkutulmaktan hoşlanırdık, mahalle arkadaşlarını toplar cinli perili hikayelerle birbirimizi korkutmaya çalışırdık, bazılarımız sabah ıslak yatakta uyanmak zorunda kalırdı, küserdik de sırf barıştığımızı resmiyete dökmek için işaret ve orta parmağımızı birbirine dolardık, ta beşinci kattaki anamıza bağırmaktan ses tellerimiz parçalanırdı da bir şişe

Sanatsız yaşayabilme sanatı

Resim
Hayatın amacı nedir? Çalışmak; iyi bir avukat, bir astronot, başarılı bir doktor olmak mı? Çok para kazanmak mı? Para içinde yüzmek, koccaman bir malikanede yaşamak, hizmetçilere emir verebilmek, şirkete kırmızı üstü açık spor bir arabayla gitmek mi? Zengin olmak mı hayatın amacı? Güç mü? Rakipler edinip onlarla itişmek, ülkeyi hatta bunla da yetinmeyip dünyayı ele geçirmeye çalışmak mı? Adının her yerlerde yazmasını sağlamak, gazetelere, manşetlere konu olmak mı? Hayatın amacı sıcağıyla soğuğuyla hep bir şeyleri elde edebilmek için savaşmak mı? Yoksa dünya barışı adına ufacık şeyler yapıp bunlarla dünyayı değiştirebileceğine inanmak mı? Gününü gün etmek, her sabah başka bir yatakta uyanmak, her gece farklı bir bardan çıkmak mı? Okumak mı? Öğrenmek, daha fazla bilmek, her şeyi bilmek mi? Yoksa gezmek görmek, Batısını Doğusunu, Amerika'sını, Avrupa'sını, Çin'ini, Arabistan'ını görmek mi? Hayatın amacı insanlar mı? Tanımak mı? Dost kaz

Merdiven paradoksu

Resim
Günler, birbirini kovalayan birer vagondur. Bu vagonların bağlı olduğu lokomotif 'gelecek'tir ve bu 'zaman treni' insan çapı etrafında son vagonunu kovalar durur. Gelecek, dönüp dolaşıp yine bugünün kapısını çalar. İnsanlar geleceği hayal ederek bugünlerini birer yumurta gibi gelecek pastalarına kırar ken hiç düşünmezler ki bu gelecek belki de hiç gelmeyecek... Bugünümüzü yarın için, yarınımızı sonraki gün ve ondan sonrakini de bir ertesi için feda ederiz. Böylece hiç yakalayamadığımız 'gelecek' için elimizdeki bütün 'bugün'leri tüketiriz. Peki, elde ne kalır?   Her insan, yalnızca öngördüğü, beklediği, umduğu şey için yaşar. Bütün yaşamı, öyle bir biçimde kurulmuştur ki, her anın onu izleyen bir anı hazırladığını, her saatin  ondan sonra gelecek bir saati, her günün, ardından gelecek bir günü hazırladığını bildiği ölçüde onun için bir değeri vardır. Bütün yaşamı, düşlerden, ideallerden, tasarılardan, beklentilerden oluşur -bütün şimdiki za

Why are you

Resim
Düşünmeyi de öğretmeli bu insanoğluna.  İç güdülerinden midir, gelenek görenek mevzusu mudur, anadan babadan gördüğünü taklit etme midir, sürü psikolojisi midir nedir bilemiyorum bunun kaynağı -ve daha fazla da türetemiyorum- fakat kaptırmış gidiyorlar ya, hayırlısı.  Gözümüzden yaş dökmeye korkar olduk bu düşünmeyi bilmezler yüzünden. Ağlayanı zayıf gören, ağlattığının karşısında dünyayı ele geçirmiş, tarih boyunca olmuş her savaşı kendi başına kazanmış gibi çenesini az bir açıyla kaldırıp gözlerini acımasızca karşısındakine diken, ağlayana acıyan, ağlatmaktan zevk duyarak egosunu tatmin eden insanoğlu, sen ne kendini bilmezsin. Bu zihniyetin gözardı ettiği biyolojisi ilmini seveyim ki biz ağlayan zayıf ve yenilmiş lere el uzatıyor. Ama çekmeye gücü yetmiyor, ne yazık! (Tutunamadık; düşüyoruz) "Gözyaşı, omurgalıların göz boşluğundaki bezlerin salgıladığı, gözlerin temizlenmesi ve nemlenmesini sağlayan berrak, tuzlu sıvıdır.Keder, sevinç ve korku gibi güçlü duygu

Kavimlerin ömür göçü diyelim

Resim
İnsanlar başkalarını beğenmedikleri gibi her geçen gün de, bir önceki dün nasıl iseler o hallerinden de memnun olmazlar. "Değişmeyen tek şey değişimdir." demiş Heraklitos. Hiç kimse bir saniye öncesinde olduğu gibi değil ve bir saniye öncesindeki gibi düşünmüyor.  Yedi yıl, bu durdurulamayan; hızı kesilemeyen hırçın değişim için uzun bir süre. Yedi yıl sonra bırakın bir kentten diğerine gitmeyi, eski odanıza girdiğinizde bile kendinizle ilgi farklı şeyler görür; fark eder; kendinizle ilgili çelişkilere düşer, bazı şeylere inanmak istemez, bazılarını aşırı bulur, bazılarını sönük karşılarsınız. Belki yirmi metre kare olmayan, duvarları gençliğin verdiği hazla bugün asla boyamayacağınız bir renkte boyanmış, kitaplığının rafları şimdi okuduğunuzda size çok daha farklı gerçekleri gösterecek kitaplarla dolu o odada siz kendinizi değil size hiç benzemeyen bir yabancıyı bulursunuz.              "Zamanın akıp gitmediği" şehirler vardır: "dünyadan ve

İnsan ölmek için gelir dünyaya

Resim
Rüyanın nasıl başladığını hatır lamaz, kendinizi nasıl birden olayların ortasında bulduğunuzu anlayamazsınız. Birden olayların ortasındasınızdır, zaman aynı uyanık olduğunuzdaki gibi akar, rüya içinde olan her şey de sanki tabiatın en doğal gerçekleriymiş gibi gelir başınıza. Rüyadan kesin uyanmanızı sağlayan tek şey de ölüm dürtüsüdür. Hayatta kalma dürtüsü gibi fakat daha yoğun aslında daha gerçek bir dürtü çünkü düşünün: hayatta ölümden daha dürüst ve daha kesin bir şey var mıdır? Ölüm ister istemez olağan nedenler yüzünden gelecektir. Bu kaçınılmaz sonu insanın tüm hayatı hazırlar ve yağmurun yağışı gibi doğal bir olaydır bu.                                                   Belli bir yükseklikten düşerken öleceğinizi anladığınız için uyanırsınız -uzun zaman önce çok yüksekten düşerken zaten düşmeden önce havada kalp krizi geçirilerek ölündüğünü duymuştum, bu anlayaşın sebebi ölmüş olmanız da olabilir. Ne kötü ki yanarak veya uyku hapları kullanarak ölmeyi tercih etmeyen bir in

Woo't drink up eisel? Eat a crocodile?

Resim
Sayamadığım kadar çok gün geçirdim, haftalar ardı ardına vurdu kıyılara ve nihayet cesaret edebildim. Kendime mi güvenememiştim yoksa ona haksızlık etmekten mi korkmuştum bilemiyorum. Blogla ilgili her türlü ıvır zıvırı hazırlayıp da ilk sözcükleri yazmaya bir türlü elim gitmedi ya, işte o günden beri düşünüyordum. Cesare Pavese benim sözcüklerime sığacak adam değil doğrusu. Onu okumak da yetmez; bilmek de, bildiğini sanmak da... Ben bir tutunamayan, bir aylak adam, bir yalnız gezen olarak onunla verdim "yaşama uğraşımı". Ayrılığın, terk edilmişliğin ve aşkın; bedenin en ücra köşelerdeki hücrelerine işleyen sızısını onla tattım, yalnızlığın ve başıboşluğun; kimse için bir anlam ifade etmeyişin boşluğuna onla düştüm, zihnimin en derinlerine onla yelken açtım, kirpiklerimin ucundan uzanan ölme arzusunu onla bastırdım ve yine onla baş kaldırdı bu arsız arzu. Sayfalarına her dokunuşumda bir elektriklenme parmak uçlarımdan başlayarak sardı tüm bedenimi ve o kapağı her kapayış