Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

manic

Afet atlatıldı. Rençber gibi bedenimi çiğneyerek geçti. Ruhuma erozyon, bütünlüğüme deprem vurdu. Dalgalar yükselerek altına aldı kuvvetimi. İnadımı aşıp çocukluğuma dayandı. Eksildim, kırıldım, yalınlaştım. Ruhum hafifledi, en çok da umutla güvenden arındım. 

reversed

Herhangi bir insanın aptal yerine konmasına ya da kandırılmasına gocunmam. Kimseyle kendimle ilgilendiğim kadar ilgili değilimdir. Ama beni aptal yerine koyduğunu sanma gafletine düşen tüm sahtekarların ciğerini söküp alasım geliyor. 

cutout

Samimiyet ve fayda. Bu ikisini bulamadığın bir ilişkiye enerji ve vakit ayırmanın anlamı kalmamış demektir.

catch

Sarmalandığım avuntular düştü. Perde kapandı. Sahne arkasında tir tir titreyen nefesi kesilerek hıçkırıklar içerisinde ben. İşte gerçek.  Ecco homo misali.

communic

Hayatın ne kadar anlamsız ve sahte bir oyun olduğunu suratlarına haykırmak isterdim. Belki bu katı gerçekçilik biraz olsun utandırırdı maskelerini.

crying myself to sleep

Yarın sabah uyandığımda ne değişecek? Hiçbir şey. Sadece insanlara olan nefretim ve yalnızlığım biraz daha derine yerleşmiş olacak. 

escargot

 You can never make peace with something once you had and then lost.

pro(re)cess

zaman kağıt kesiği gibi aralıksız sızıyan yaralarımı saran bir kabuk kadar sert ama merhametli. 

effortless

çırpınarak yaşamaktan yoruldum hayatı. kendimi her zaman güvenceye almaya çalışarak fakat hiçbir zaman güvende hissetmeyerek; daima korkular ve belirsizlikler içerisinde, birkaç saat içerisinde hayatımın elimde olmadan tepe taklak edilebileceğinin kaygılı bekleyişiyle, her zaman c-d-e-f planları kurmak zorunda kalarak, sırf onu da kaybedebilirim diye emeğimin karşılığının çok daha azına şükrederek, beterin beterini örnek alıp betere tamah ederek, uzak diyarlardaki huzura imrentiyle ve asla sönmeyen bir umut ışığıyla bakarak, her an her durumda karşıma çıkan adaletsizliğin karşısında boynumu eğerek, konuşmaya ve eleştirmeye korkarak, gün içerisinde defalarca milyonların derdini sırtlanarak, çoğu zaman solgun ve düşünceli olmakla suçlanarak, mutlu olmak için küçük medenlerin peşinde koşarak, karşılaştırarak ve kıskanarak, sürekli haksızlıklar belimi burkarak ama daima, ne olursa olsun, yok edemediğim ufacık bir umudu her gün istemsizce içimde yaşatarak.  büyük yazarların büyük yazarlar o

dream

güneş tam göz bebeğimin orta yerini hedef alıyor. şükür ki arka bahçenin orta yerinde uzun bir (?) ağacı var. hiçbir zaman bilemedim ağaç isimlerini, halbuki en büyük zevklerimdendi ağaçlara da insanlar gibi isimleriyle seslenebilmek.  camdan dışarı bakarken şu anın ne kadar kıymetli olduğunun farkına varıyorum. bir yandan da sanki yıllar geçmiş ve ben hep hayalini kurduğum geleceği yaşasam tam da böyle hissedecekmişim gibi bir hisse kapılıyorum. zamanda yolculuk gibi, ama tarifi çok zor.  sanki, çocukluğumun hayalini şimdi yaşıyormuşum gibi. bugün kendimi görme hayali kurduğum o yerdeyim sonunda. aynı zamanda bugünlerimin hayallerinde de yine böyle bir camdan bakarken...sırtımda kalın bir şal...gözlerime değen güneş tüm bedenimi ısıtıyor usulca....klavyenin tuşlarına basıyorum duraksamadan...biriktirdiğim her şey işte oracıkta zihnimin kilitli çekmecelerinde...kilit açılmış ve ben her şeyi dün gibi hatırlıyorum hala...

belief and doubt

we are all eager to believe what we are told. yet, not intentionally. our subconscious minds convince us to believe without alerting our consciousness. so we think that we keep questioning but actually, we don't. deep inside, we have already believed it.  however, there remains a little piece of doubt in the depths of our consciousness. this is sanity. as long as you are sane you will suspect. 

The end fear

I am so afraid to over worry about things which will lead my hair grow white that I haven't even realise that I worry too much about over worrying.

kabız

everything but little little

 Hayatta "her şey" olmamıza gerek yok;  "Hepsinden" olsak yeter. 

outsider

yakınımızdaki insanların üzüntülerinde yanlarında olduğumuzu göstermek için büyük çaba harcıyorsak bu ya onların bu durumla hakkıyla başa çıkma güçlerinden şüphe duyduğumuzdan ya da onların yaşamına dair çok özel bir alandan dışlanma korkumuzdandır.  her iki durumda da değer verdiğimiz kişinin üzüntüsünü, acısını kendi başına yaşama hakkına müdahale ederek kişisel alanını ihlal etmiş oluruz. özellikle ikincisinde, o kişinin yaşadığı duygusallıktan dışlanmış olmak; onun için önemli olan bir duygusal durumun bizsiz hatırlanacak olması ve her duyguyu beraber yaşayacak kadar hayatında yer edinememiş olma düşünceleri ile hareket ederiz -ki bu safi bencillikten başka bir şey değildir.  çünkü bu, o kişinin bizsiz de var olduğunu kabul edememeye ve hayatın her anında ona dahil ve sahip olma arzusuna işaret eder. kaldı ki değer verdiğimiz bir kişinin her duygusunu paylaşmak mümkün olmadığı gibi herhangi bir yakınlık derecesini de belirlemez. 

runaway

Yazmıyorum bu kez. Yazarsam onunla yüzleşmek zorunda kalacağım. Bırak kalsın. Biriksin içinde ya da harlanmadan sönsün. Ya da bardak bardak su dök ama ne sönsün ne yalazlansın. İçinde çıtırdasın duy ama kulak verme. Onu düşünme. Hissetme. Hissettirdiklerine de kulak verme. Kaç yine sen. Her zaman kaçtığın gibi ama durma bu kez soluklanmaya bile. Arkana bakmadan kaç. Tüm hızınla ve kuvvetinle. Bir an tereddüt edecek olursan seni kabuslarında boğacağını bil. Tek bir kelimeyi değer görüp de dile getirirsen ona dair, dilinin tutulup kelimeler altında ezileceğini hatırla. Hadi bakma öyle boşluğa! Dalma uzaklara kısa da olsa. Anlam da arama öyle her şeyde. Dünyayı seyredip sahte romantizmlere de kapılma. İnsan hayatından yola çıkıp öyle duygulu laflar da etme. Yakınma sürekli. Bir sen varsın zannetme. Yalnızlığı da bir an için olsun aklına diline koyma. Hadi kalk bu kez şımarma, artık büyüdün. Sen iyisi mi koşmaya başla, çok bile yazdın.

mani

daha önceleri, yakıcı sıcağın yerini ılık bir kızıllığa terk ettiği yaz akşamüstlerinin ve yazla beraber umutların da sonuna gelinen bu zamanda, ilk defa her şey yeni başlıyordu. içimi umutla dolduran bu temmuz havasında garip bir hafiflik vardı. sanki saçlarımın ucundan damlayan su, esen yele dokundukça ufukta asılı kalan kızıllığa karışarak gökyüzünün moruna akıyordum.  başımı uzattığım pencereden hızlanarak vuruyordu yüzüme akşam rüzgarı, ankara geceleri yazları da serin olurdu. geceye hazırlanan rüzgar ıslak saçlarımı adeta okşuyordu; nefesime gülücükler dolduruyordu, bilmem neden...  hiçbir zaman iyimser bir insan olmadım ama bazı bazı içim yaşama dair umutlarla dolar böyle. geçmişten bir koku, havanın ağırlığı, kısa bir melodi, bir anı, hatırlayış... bu temmuz yelinin aklıma estirdiği hangi özlenen günün anısıydı tahmin etmek mümkün değil, yine de belli ki andan zevk aldığımı duyduğum nadir zamanlardan biriymiş. oysa ben temmuzları hep yaz sonunun korkusuyla yaşardım, o yüzden...

shrink

ne zamandı emin değilim. hatırlamadığımdan değil, spesifik bir tarih veya olaya dayandıramadığımdan. sanırım zamanla içine çekildim bu bataklığın. dürüstçe, yalnızca içine çekilmedim üstelik; bile bile adımladım çamuru. aklımda hep şu soru vardı: ya tutarsa? yani, "ya batmazsam?" nedenini kestiremiyorum şimdi. zamanını belirleyemediğim gibi sebebi için de kendim dışında birini suçlamaya çekiniyorum. zor olduğundan değil, hayatım boyunca eylemlerinden başkalarını ya da sair şartları sorumlu tutmakta hiç zorlanmadım fakat bu sefer yalnızca tek bir kişiye veya duruma yükleyebileceğimden daha fazlasına dahil oldum. ne mi demeye çalışıyorum? yani diyorum ki, herhangi bir durumdan ötürü mecbur kaldığım şeyleri yapmadım; veya birinin ardından sürüklenmedim. hayır. aksine, beni mahveden, içten içe çürüten ve boşaltan her olayı tamamen hür irademle ve sonuçlarını bile bile tecrübe etmek istedim. belki de ne kadar alçalabileceğimi, gücümün ne kadarına yeteceğini ya da herhangi bir anla

meşgale

söz bitti