Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şanssızlık tutanağı

Hayatımızda hiçbir şeyin düzgün gitmediği zamanlarda dünyadaki bütün kötülüklerin bizim başımıza geldiğine inanırız. Aslında onunla yaşamaya alıştığımız şeyler bile böyle zamanlarda büyük şanssızlıklar ve külfetler dağı olarak büyür büyür büyür gözümüzde. Öylesine büyür ki hatta bütün şanssızlıkları atlattıktan sonra kendimizle baş başa kalıp ne kadar şanssız olduğumuzu, başımıza gelenleri nasıl atlattığımızı, nelerin yaşanıp bittiğini düşünmeye başladığımız o an, hiçbir şeyle alakası olmayan bir fikre; bir söze, belki düşen bir yaprağa oturup ağlamaya başlarız. Hem de öyle bir ağlama ki ciğerimiz sökülür, gözlerimiz önümüze akarcasına. İşte böyle zamanlarda gerçekten şanssız olduğumuz, bir şeyleri yanlış yapmış olmaktan dolayı cezalandırıldığımız ya da lanetlenmiş falan olduğumuzdan mı tüm bunlar durduk yere başımıza gelmeye başlar yoksa aslında şanslı olduğumuz için o an başımıza gelebileceklerin daha kötülerinden korunmuş ve iyi kötü bütün şanssızlıkları başımızdan bir şekilde

Belki...

Küçük karıncaların, gökyüzüne uzanan sonsuz bir ağaç gövdesine tırmanmasını izlemek gibi dünyaya dışarıdan bakmak. Bir an için durup ruhumuzun bedenimizden ayrılarak tüm bu yaşama uğraşına dışarıdan bakabildiğini düşündüğümüzde göreceğimiz manzara böyle bir şey olurdu muhtemelen: Sayısız girintiler, çıkıntılar, dallar, yapraklar üzerinde kımıl kımıl hareket eden binlerce karınca. İnsanlar yaptıkları tercihlerle önlerine çıkan milyonlarca yeni seçenekle seçme şansını kaybettikleri milyonlarca başka seçeneğin hayatlarını nasıl çepeçevre sardıklarını bilmeksizin yaşarlar. Plan yapmanın, olasılıkları hesaplamanın, tesadüflere güvenmenin hiçbir anlamı yoktur aslında çünkü biz fark etmeksizin en ufak tercihimiz, belki bir tek adımımız bile kelebek etkisi yaratır hayatımızda ve bir anda kendimizi hiç hesaplamadığımız bir yerde buluveririz. Hayatı olduğu gibi yaşamanınsa daha da zor bir yanı vardır ki bu da dalgalı bir denizdeki kayık gibi savrulmasına neden olur insanın. Böylece bazen seç

Kasım, 25

Doğru insanlarla yanlış zamanlarda karşılaşmak diye bir şey var mıydı?  Onların ‘doğru’ kişi olduğundan ve o zamanın ‘yanlış’ zaman olduğundan nasıl emin olabilirdik?  Başka bir yüzyılda ve Marsta hayatımıza devam ediyor olsaydık kesinlikle aradığımız şeyi bulmuş olacağımızdan nasıl bu kadar eminiz?  Belki de ne aradığımızı hiç bilmiyoruz. Birilerini üzmemek için ‘yanlış’ zamanda karşımıza çıkan ‘doğru’ insan olduklarını söylemek züğürt tesellisinden başka bir şey değildir. Hiç kimse ‘doğru’ insan değil. Değişim her saniyeyi ele geçirmişken stabil kalabilen ya da bizle uyum içinde değişen bir doğru insanın varlığına inanmak bu yüzyıl için biraz fazla romantizm.  Dürüst olalım, kapitalizm “uzun vade yok” sloganıyla yükselirken sadece değişime, yenilenmeye ve gelişmeye açık bir ekonomi algısını empoze etmiyordu; iş hayatında “yaratıcı yıkım” akımına kendini adapte eden bireylerin sosyal ve kültürel anlamda da değişime açık oluşları uzun vadede güven ve sadakat bağlarının

Kasım, 19

Ne zaman ilişkilerimde her zaman olduğumdan fazla ilgili, fazla fedakar ve fazla özverili bir insan olsam ayrılıklarım da normalde olduğundan bir o kadar fazla acı yaratır oldu zihnimde. Halbuki ben böyle değildim bir zamanlar, ve hala bir yanım var ki bir türlü umursamayı, vefalı olmalı ve yas tutmayı beceremiyor. İçimde bir ben, kimseye değer vermek için çabalamayıp gününü gün etmeye bakarak sıkıldığında insanları umutlu bağlılıkları ve aniden karşılaştıkları ayrılığın hayal kırıklığı ile bırakıp giderken; bir diğeri var ki sadece kendi çabaları ile hırpalanarak yürüttüğü bir ilişkinin aylar önce sessiz sedasız bir rafa kaldırılmasını hala sindiremiyor. Hatta öyle ki, aynı anda birkaç kişiyle birliktelikler, ne idüğü belirsiz ilişkiler, flörtler ve arkadaşlıklar yürütürken bile tatmin olmuyor ve onu hiçbir açıklama yapmadan bırakıp giden bir erkeğin geride bıraktığı belirsiz acılar bulutu içinde çırpınarak bir kabustan uyanmaya çalışırken, bir sağa bir sola dönüp bir türlü nedenini

Kasım 4, 2017

Şans, kadere küsmemek için uydurduğumuz bir teselli miydi? Yoksa hayalini kurduğumuz ve başımıza gelmesini arzuladığımız bereketli olayların istediğimiz zaman talih kuşu gibi kafamıza konuvermesi şans ve kötü zamanlama ise şanssızlık mıydı? Belki de hiçbirimiz şanslı ya da şanssız değildik de sadece olması gereken zamanda olmamız gereken yerde değildik. Hatta o bile değil de, hepimiz doğru zamanda doğru yerdeydik de yaşanması gerektiğine inandıklarımız aslında yaşanması gerekmeyenlerdi. Kendimizi ne kadar iyi tanıyorduk? Neyi niçin istediğimizi gerçekten biliyor ve hayatımızı da tüm bu arzularımızın yörüngesinde döndürmeyi becerebiliyor muyduk? Ya fark etmeden yörüngeden çıkan ufak tefek tepkilerimiz oluyor ise ve tüm bu farkında olamadığımız yörüngeden çıkmalar kaderin karşısına koyduğumuz "tesadüf"ler ise? Oldum olası kader ile tesadüfün neden birbirini dışlayan iki düşman gibi bir türlü yan yana gelip de birbiri içinde kendilerine yer bulamadıklarını bir türlü anlamadım. D
Nasıl da ağzı bozuk dişil bir haykırış... O kıvrımlı vücudundan, zarifçe uzanan ince boynundan, etine dolgun iri kalçalarından beklenmeyecek pes bir tondan, kaba, ahlaksız seslerlerle önümüzde salınarak bağırıyordu kontrabas. Ve o an midemde solucanların kıvrım kıvrım dolaşarak boğazıma yükseldiklerini duydum. Klasik müzik bile nasıl da mide bulandırıcı olabiliyordu talihsiz bir günde.

Ağustos, 31

Bazen günde 1 paket sigara içmeme rağmen ertesi gün  hayatımda ağzıma koymamış gibi yabancılaşıp iğrenerek uzak dururdum tek dal sigaradan. Dorio Moreno 'her akşam sarhoş'a ses verirken salıncakta yavaş ve ritmik salınarak kitap okuduğum o an birden neden böyle olduğumu anladım. Özgürlüğüme ve başıma buyrukluğuma öylesine bağlıydım ki nikotinin bile esiri olamayacak kadar uzaktım bağımlılıklardan, hiçbir şeyin beni hapsetmesine izin vermiyordu bedenim.. bunun gibi bi' sürü şey.. bu gece yine dilek taşı çalıyor

Eksik bir hikayenin sonu

Geceler uzun, gündüzler kısaydı. Tıpkı 4 yıl önce olduğu gibi. Güneş doğmadan bitmeyen geceler kahkahalarla, kaçamak bakışlarla, söylenmeyen sözlerle, akılda kalanların yüreğe vuran sızısıyla, tesadüflerle, yaz günlerinin o anlaşılmaz hızı ve neşesiyle, yazlık arkadaşlıklarının hatıraları arasında ardı ardına geçip gidiyordu. Önceden olsa böyle gecelerden sonra yastığıma başımı her yalnız koyuşum içimi burkar, ağlardım. Oysa şimdi gündüzlerin geceleri, gecelerin gündüzleri kovaladığı bu zamanların kuvvetli sularına kendimi bırakarak, zamanı gelip bir köşede durup nefeslenmeyi bekliyorum. Bazen, o zaman hiç gelmeyecekmiş gibi birbirine geçiyor geceler ile gündüzler, o zaman geçen zamanı hiç yaşamamışım gibi uzaklaşıyorum kendimden, anda kayboluyorum, gözlerime yaşlar doluyor. Bir bakış, bir selam, tek bir hareketlenme bütün vücudumu tir tir titretiyor hâlâ. 4 yıl olmuş, dile kolay. Dün gibi. Ama bir şeyler yitermiş. Kendimi yokladığımda içimde o eski heyecanları göremedim. Kalbim dudakl