Kayıtlar

Haziran, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

özben

hissedilmemiş hiçbir şey somut bir varlığa da bürünemiyor.  yaşamadan yazılmıyor. öyle bir üzüntü ki bu göğsüme çöken, solgun; hareketsiz, durağan... ne kendini duvardan duvara vurmak, tepinerek ağlamak istiyor; ne de bir sese bürünmek. aksine, kendine kapanıp gittikçe küçülerek yok olmak isteği uyandıran türden bir yalnızlık arzusu ve yabancılaşma duyuyorum. sessiz bir üzüntü bu, paylaşmakla azalmayan; ses buldukça yayılan, kıran, acıtan ve katmerlenen bir acıya yataklık ediyor. zihnime yavaş yavaş yayılarak bedenimi kavramasına izin vermeyen her türlü dışsallığa karşı tahammülsüz ve en ufak bir mutlu  hatıraya bile hırçın bir şekilde saldırarak gölge düşürecek kadar kıskanç. içimde öyle bir ağırlık var ki kendimi ona teslim etmedikçe zihnim huzur bulmuyor, ne yana baksam üzerine soluk gri bulutlar çöküyor. çözülmeye ya da bir şekilde duyumsanmamaya ihtiyaç duyan bir üzüntü değil bu; aksine yaşanıp duyumsanarak insanla bütünleşen; varlığına katılan bir olgunluk adeta. bu üzüntüyü okşu

der der birileri

"ön yargı" ("peşin hüküm", "peşin fikir"  olarak da bilinir), semantik olarak oldukça isabetli ve esasen özünde olumlu bir sözcük. önden gelen yargı. yani öncül, ilk ve çaba sarf etmeksizin gelen anlayış ve bu anlayışın kişisel bir sentezinden elde edilen fikirsel ürün.   daha ne olsun?  bu açıdan, aynı zamanda kaçınılmazdır ön yargı çünkü yeni bir durumla karşılaşan insanın ilk bakışta bazı sezi, farkındalık ve çıkarımları olmaması düşünülemez.  "yargı" bir değerlendirmeden ibarettir. olumlu ya da olumsuz olabilir. ancak, "ön yargı" bağlamında kastedilen yargı, uzun uzadıya analizler ve incelemeler sonucunda varılan bir hükmü ifade etmez; aksine "ön yargı"ya özelliğini veren onun anlık ya da görece kısa süreli düşünsel bir süreç sonunda ulaşılan bir fikir olmasıdır.  dolayısıyla peşinen edindiğimiz fikirler, kaçınılmaz olarak algıladığımız birtakım hususların biz farkında bile olmadan, irade dışı değerlendirilmesidir. bir bak

laf ebesi

insanların başkalarına değer vermeleri, kişinin kendisinde, sırf kendisi olduğu için var olan değerini samimiyetle kabul etmeleri, o kişiyi kendileri ile kıyaslayarak kendi değerlerine yakın olduğuna inanmalarından değildir. en aşağılık insan bile bir başkasının sahip olduğu erdemleri, samimiyetle övmese bile en azından fark ediyor ve sırf bu yüzden o kişiden çekiniyorsa bu yalnızca, değer gören insanın toplumun kıymet verdiği erdemlere her türlü koşuldan ve dışsallıktan arınmış şekilde sahip olmasından ileri gelir.  demem o ki, bir başkasına değer vererek kendi değerini ortaya koymaz insan. "değer vermek" ifadesi sırf bu yüzden yanıltıcıdır çünkü değer, bir süjenin diğerine 'atfettiği' yahut 'verdiği', 'yakıştırdığı' bir şeyden ziyade, objektif olarak, kimse kabul etmese bile, o kişide var olan kıymetlerin idrak edilmesinin yarattığı saygınlıktır özünde.