Kayıtlar

yol

ben çok acılar çektim senden. şarkılarından aramıza giren aylara bir yol düzdüm . hala çalarım, her cuma. şimdi sana sonsuz kırgınım. senin eserin bu parça. tüm yollarımı sen seçtin. zıttına esir olup beni feda ettim. gurur ve nefret boğazımda, beni sen değil ben mahvettim. 

tariz

herkes ne kadar da çok şey biliyor ve yine de muhtaç başkasına dert yanmaya  aynı dertlere farklı maskeler kozmik ritimli mükerrir retrolar  beyninin içi çingene ahtapotu  çilekeş mi yoksa burjuva? akıl almaya giden çok  değil mesele akıl, yakınma  bir muzdariplik yarışında kimde dert onda acınma gipotimiden muzdarip, başkalarının merhametinde eritir "-amadıklarını"   öyle de arsız sanar ki  kurtulduğunu acınmakla! akıl almaya giden çok ama verilen aklı olur mu ki bir ala  amalar ve keşkelerden geçmeden olduğunu yok kabullenen sorsan talepler de dilekler de gırla oysa yok kimsede ne hurç ne para  dilerim ben de iktisat ilminden nasip  doymaz hayalgücüne ve uçkuruna  kıt kaynaklara sığdıramadığın  çatlamış o ar damarına.

motiv

bugün böyle insanın ruhuna müzik kadar dokunabilen bir şey var mı, bilmem. oldukça keyif veren dizeler okuyup düşüncelere dalabilir insan, bir manzara karşısında dakikalarca mest olabilir, hoş bir tablonun renklerinde kaybolabilir, tarihi bir yapıyı gezerken geçmişten geleceğe seyahat edebilir veya sanatın herhangi bir alanında bir ürün meydana getirirerek ya da sadece başkasının eserinden zevk alarak ruhunu doyurabilir insan.  ama kulağına kulaklıklarını geçirip dünyanın hengamesinden sıyrıldığı anda tek bir melodi, bir tını, bir tek sözcüğün sese bürünüşünde hissettirdiği duygu, insanı yavaş yavaş yükselerek yerçekiminden kendini kurtardığı o yerde, devinimsel bir huzur buhranına kapılıp kendini ve dünyayı en uzak noktadan kaygısızca seyrettiği esnada yollarına envai çeşit his döşenerek geçmişten geleceğe uzanan gizemli bir yolculuğa çıkarır. öyle ki birden fark eder insan: müzik sonsuz bir keyif ve ne geçmiş canını yakıyor ne de gelecek korkutuyor onu. çünkü o yolculuğa çıktığı ...

mesafe

birinin ne kadar yaklaşmasına izin verirsen, salladığı her yumruktan o kadar ağır darbe alırsın.

kazık

yazmam lazım bunu. kimseye anlatmaya çalışarak uçmasına izin veremem.  Klişeler zorunlu olarak klişedir çünkü genelgeçerdirler. Bu yüzden klişe dendiğinde çok da yanlış olmayan, kuvvetle muhtemel, bu yüzden de bayağı ve alışılmış senaryolar kastedilir esasen. Klişenin ifade ettiği anlamsa kişiden kişiye değişebilir; kimine bu bayağılık olumsuzluğu çağrıştırırken kimi risksiz bir seçenek olan klişelerden hoşlanarak bahsedebilir. Ama bu ikinci tür insanlar çoğunlukla içine sürüklendikleri hatayı fark etmezler: klişeler genelgeçer olsalar da asla tam anlamıyla maddi gerçeği koşullamazlar. Yani demek istiyorum ki, kendini "klişe" dediğimiz bir durum içerisinde gören kişi bu durumu alışılagelmiş klişe sonlardan biri ile sonlandırmak zorunda değil; hatta bu "klişe" durum esasen hiç de "klişe" olmayan yalnızca kısa süreli aldatıcı bir dış görünüş de olabilir.  Mesela, her zaman "bir şehri güzel yapan içindeki insanlardır" deriz hayatın bir noktasında. H...

kolay

 ölüm ne kolay geride kalanlar olmasa.. 

hatırlayış

ölse ya diyorum, keşke ölse..  iki gün oldu. bende yine kayışlar inceldiği bir yerinden koptu. çarpanlı artan birikintilerim dört bir yana dağıldı, tabi ben de.. ne istediğimi hiç bilmediğim huzursuz mu huzursuz bir sabaha uyandım. saat zaten öğlene geliyordu. önce günün yarılanmasına tasalandım. dışarı çıkmak için hazırlanırken zihnimin çok gerilerinde beni rahatsız eden bir düşünceyi duydum. kararsızlığımın sebebi buydu, ne istediğimi bir türlü anlamayışımın yegane sebebiydi. kendime öyle kızdım ki, aynanın karşısında saatlerdir azarladığım yetmiyormuş gibi bu kez de içimden sürekli aşağılayarak kendimi o fikirden kurtarmaya çalıştım. nereye gitmek istediğime karar vermeden sokağa attım kendimi. dalgındım, sinirliydim, bilinçaltımdan fışkıran rahatsız edici fikirlerimi susturamıyordum. birden direksiyonu aklımda hiç olmayan bir yere kırdım. geldiğim yere neden geldiğimi biliyordum; bir çeşit aidiyet, yoğun bir özlemle belli belirsiz bir umut ve asıl o umuttan kaçışın eşlik ettiği...

mı mi mu mü

 hep söylenir: hayatta bir başkasını mutlu etmekten büyük mutluluk yoktur. peki bunun sınırını nerede çekiyoruz?  kendinden vazgeçerek hayatını bir başkasını mutlu etmeye adadığın durumla başkalarını mutlu etmeye çalışırken (en azından üzmemeye) kendini önceliklendirdiğin durum arasında bir denge kurulabilir mi? kurulabilirse, nasıl?  başkalarını mutlu etmek ufak hediyeler, nazik birkaç söz ve ilgi göstermekten fazlasını mı ifade eder ya da kimi zaman etmeli mi? birini mutlu etmenin kendi ebedi mutluluğumuzun yegane geçidi olup olmadığını çok geç olmadan anlamanın bir yolu var mıdır, yoksa hayatta her zaman ne olursa olsun kendimizden vazgeçmemek hayat macerasının her anında mutluluk duyabilmenin anahtarı mıdır?  aklında bu kadar çok soru olan bir insan kendiyle bir an için olsun mutlu olabilir mi? yoksa kafasının içindeki soru işaretlerini susturacak uğraşlarla hayatını çarçur etmeye mahkum mudur? 

küçüme

 zoon logikon kai politikon buyurmuş Aristo. sebebi de şu:  biyolojik ve evrimsel kanıtlar gösteriyor ki insan bir çeşit hayvandır. hayvan üst kategori - insan ise bir alt kategorisi. bu demek değil ki insan diğer hayvanlar gibi bir hayvandır. hayır, insan hayvanların en üstün mertebesidir. çünkü insanlık tarihinin en eski dönemlerinde insan da birçok hayvan gibi kıskançlık duygusundan mahrum şekilde eşini toplulukla paylaşıyordu; insanda da ar, utanç yoktu; insan da hayatta kalabilmek için besin döngüsüne uygun şekilde avlayabildiği hayvanlardan ve toplayabildiği bitkilerden yararlanıyordu. gibi gibi gibi. o zamanlar toplumsal ahlak, adalet vesaire lakırdıları da yoktu henüz ortada çünkü temel ihtiyaçları karşılamak öncelikliydi. fakat sonra, insanın hayvandan daha gelişmiş bir organizma yapısı vardı ki insan temel ihtiyaçlarını karşılamanın üstesinden geldiğinde lüks ihtiyaçlar edinmeye başladı. böylelikle ortalıkta mülkiyet gibi kavramlar, adalet, eşitlik gibi felsefi dert...