hatırlayış

ölse ya diyorum, keşke ölse.. 

iki gün oldu. bende yine kayışlar inceldiği bir yerinden koptu. çarpanlı artan birikintilerim dört bir yana dağıldı, tabi ben de.. ne istediğimi hiç bilmediğim huzursuz mu huzursuz bir sabaha uyandım. saat zaten öğlene geliyordu. önce günün yarılanmasına tasalandım. dışarı çıkmak için hazırlanırken zihnimin çok gerilerinde beni rahatsız eden bir düşünceyi duydum. kararsızlığımın sebebi buydu, ne istediğimi bir türlü anlamayışımın yegane sebebiydi. kendime öyle kızdım ki, aynanın karşısında saatlerdir azarladığım yetmiyormuş gibi bu kez de içimden sürekli aşağılayarak kendimi o fikirden kurtarmaya çalıştım. nereye gitmek istediğime karar vermeden sokağa attım kendimi. dalgındım, sinirliydim, bilinçaltımdan fışkıran rahatsız edici fikirlerimi susturamıyordum. birden direksiyonu aklımda hiç olmayan bir yere kırdım. geldiğim yere neden geldiğimi biliyordum; bir çeşit aidiyet, yoğun bir özlemle belli belirsiz bir umut ve asıl o umuttan kaçışın eşlik ettiği bir bunalımdı bu. bir dal sigara ve uzun yürüyüşüm biraz olsun dinginleştirmemişti zihnimi. hala aynı kararsız ve huzursuz bilinçaltımın beni büyük bir hayal kırıklığına sürüklemeye çalıştığının farkında olarak kafamı başka şeylere vermek için bir restorana oturup yemek söyledim. akşam üzeriydi, günün ilk yemeğini yiyordum. başımda onulmaz bir ağrı, belki de günlerdir uykularımda çektiğim o ağrı belli belirsiz şakaklarımda zonkluyordu. ama ne mümkün tamamen kaçmak! birkaç farklı arkadaşımı gördüm, çok eskilerden bir dostumla görüştüm yıllar sonra. geçmiş ne de iyi gelmişti yaralarıma.. yıldız falıma baktırdım, zaten bildiğim pragmatist ruhsuz sahtekarlığımı bir de başkasının ağzından dinledim. üstelik her yorumunu keyifle onayladım. ben buydum işte, tatminsiz, şekilci ve sahtekar, çokça da sıyırmış bir deli! yine rezil bir uyku uyudum. rüyalarım da en az gündelik hayatım kadar sikilip atılmıştı bilinçaltım tarafından. kemik ağrılarıyla mahvolmuş bir şekilde yataktan kalkıp bardaklarca kahve içtim. baş ağrım sabit. akşam içki içmeye şehre indim, biraz kafa dağıtmak, yeni birileriyle sohbet için. o zihnimin arkasındaki sinsi fikir yine oradaydı. bir fikir bile değil, anlamsız bir inanç, dayanaksız bir umut!! gece yine aynı hayal kırıklığıyla bittiğinde, bu kez hayal kırıklığını sindirmemeye kararlıydım. hayata meydan okurcasına bastım gaza. kısa süre sonra hiç ummadığım bir şekilde kabusumla yüz yüze geldim. işte zihnimin karabasanı, bilinçaltımın susmak bilmeyen çağrışımları, huzursuz arayışımın sebebi! bunu yaşadığımda ne hissedeceğimi düşünmeden gelmiştim buraya. şimdi biliyorum ne hissettiğimi: çok çok büyük bir kırgınlık.. meğer zihnimin kıvranışları bu unutuşum yüzündenmiş. ne kadar kırıldığımı, nasıl incinip kendimi hırpaladığımı, yaralarımı saramayıp bir hayvan gibi kanayarak hayatta kalmayı öğrendiğimi unuttuğum içinmiş. ne çabuk affetmişim.. bir daha asla derken, gecelerce katilimin bıçağı altına yatmaya hazırlanmışım meğer. henüz hayatımdan izlerini bile silebilmiş değilken.. ama bir bakıyorum buradayım, hepsini unutmuşum, uykusuz gecelere, gözyaşlarıma, vura vura sertleştirdiğim hislerime ihanet edip gelmişim işte! günlerdir bunun için hazırlanmışım üstelik, günler öncesinden kıvranmaya başlamışım, meğer hepsi bu anı, bu rezilliği,  henüz içinden çıkamadığım bu kuyunun en dibine vuracağım anı hazırlıyormuş! 


ama yapmadım. neyse ki orada birkaç saniye durup çaresiz evin yolunu tuttuğumda ne hissettiğimi duydum: kocaman bir kırgınlık. neyse ki hatırladım, neyse ki affedemedim, neyse ki yitirdiğim onca şeye rağmen hala biraz da olsa gururluydum. 

Yorumlar