takas
demek ki büyümek fedakarlıktı. hayır, fedakarlık büyümekti. bu büyümek de tatsız bir vazgeçişin doğruluğunu sorgulamaya devam ederken elindekiyle mutlu olmaya çalışmanın boynu bükük görmüş geçirmişliğinden başka bir şey değildi. hatta görmüş geçirmiş bile denemezdi çünkü görüp geçirmekten imtina etmiş, korkmuş, vazgeçmişti.
sahi, insan neden feda ederdi? karşılıksız bir vazgeçiş var mıydı? bence hiç olmadı. ben vazgeçtim çünkü korktum. bana bel bağlamış insanları yarı yolda bırakmaktan; yuhalanmaktan; yargılanmaktan; başaramamaktan; umduğumu bulamamaktan; safe zone'umdan çıktığım anda gerçek dünyaya çarpmaktan; yıpranmaktan korktum. daha bir sürü şeyden belki. bu yüzden bunların tam karşısında, beni güvenli ağlarına zincirlemiş insanlara, hayat düzenime, yıkmaya korktuğum alışkanlıklarıma dört elle sarıldım. öyle ki, belki de beni gerçekten mutlu etmeyen birçok şey ile mutlu olduğuma bile inandım. o yüzden şimdi mutlu muyum onu bile bilemiyorum... kendimi öyle kurnazca kandırdım ki ben bile kendimi tanıyamıyorum.
bir yandan da elimi tutan insanların hissettirdiği güvenin ivazı, hayatımın bir yerine onların da kanca atmalarına müsaade etmekti. sonra bir gün geldi, direksiyonu kırmak istedim, yadırgadılar. sonra daha da arsızlaşıp ben ne yana dönmeye çalışsam kancaların iplerini gerdirip bir sirk hayvanı gibi çekiştirdiler. nihayetinde bin danıştım, bir yapamadım.
hayallerimden vazgeçerken hep bu ellerimi tutanların ellerini bıraktığımı düşünmelerinden korktum. tek arzum keşfetmekti. atılmak istedim, değiştirmek istedim, değer verdiklerimi değil ama çevremdekileri değiştirmek; yuvamı değil ama meskenimi değiştirmek... sınırlarıma yaklaşmak, hiç var olmayanı ortaya çıkarmak istedim. ama onlar sandılar ki ben yeniden başlamak istedim.
şimdi ben neyi feda ettim? korkudan başka ne var bu vazgeçişte? bilinmeyenden, kırmaktan, kaybetmekten duyduğum korku karşılığında yalnızca safe-zone denen o zırvayı mı kazandım bu takastan? evet kendimin bir parçasından; hayallerimden ya da geleceğimden vazgeçtim -birçok sebeple- karşılığında da dertsiz tasasız bir memuriyete kanaat etmek istedim. çünkü güya dert yoktu, risk yoktu, kırgınlık ve kayıp yoktu. ama varmış. halının altına süpürdüğü hayallerini, cesaretini, ihtimallerini yok eden insan kendini kaybedermiş. tekdüzeliğin hissiz tekrarına ayak uyduran insan hayata karşı hassasiyetini de yitirirmiş. şimdi pek öyle canım sıkılmıyor ota boka. cinayet haberlerine, ülkenin haline, kalleşliğe falan dertlenip durmuyorum. bir böcekten farksız, sırf var olmak için var oluyorum. Kafka da acaba bunu mu kastetmişti biraz?
o yüzden düşünüyorum da, feda sözcüğünün özünde zaten ivazsız bir vazgeçiş var. bu yüzden ben aslında kendimi bir takasa çıkardım. o yüzden yüzüme fedakarlığın vakur ifadesini bile takınamıyorum. benimki kendini satan bir hayat kadının yaptığından farklı bir şey değil. daha bile alçak.
Yorumlar
Yorum Gönder