Kasım 4, 2017

Şans, kadere küsmemek için uydurduğumuz bir teselli miydi? Yoksa hayalini kurduğumuz ve başımıza gelmesini arzuladığımız bereketli olayların istediğimiz zaman talih kuşu gibi kafamıza konuvermesi şans ve kötü zamanlama ise şanssızlık mıydı? Belki de hiçbirimiz şanslı ya da şanssız değildik de sadece olması gereken zamanda olmamız gereken yerde değildik. Hatta o bile değil de, hepimiz doğru zamanda doğru yerdeydik de yaşanması gerektiğine inandıklarımız aslında yaşanması gerekmeyenlerdi. Kendimizi ne kadar iyi tanıyorduk? Neyi niçin istediğimizi gerçekten biliyor ve hayatımızı da tüm bu arzularımızın yörüngesinde döndürmeyi becerebiliyor muyduk? Ya fark etmeden yörüngeden çıkan ufak tefek tepkilerimiz oluyor ise ve tüm bu farkında olamadığımız yörüngeden çıkmalar kaderin karşısına koyduğumuz "tesadüf"ler ise? Oldum olası kader ile tesadüfün neden birbirini dışlayan iki düşman gibi bir türlü yan yana gelip de birbiri içinde kendilerine yer bulamadıklarını bir türlü anlamadım. Dünyanın bir köşesine çekilmiş, sessiz sedasız kaderini yaşadağına inanan insanların, bu olağan hayattan beklemedikleri tepkiler aldıkları anlarda şaşkın ağızlarını kapatmak için her zaman "kaderin bir cilvesi"yle karşı karşıya olabileceklerini söylemez miydik? [Aslında hayatta başımıza gelen neye "beklendik" denebilirdi ki? Aldığımız nefes beklendik miydi?] Kaderin bu zalim cilvelerine tesadüf demek, insanın sınırlı ve insani algısından kaynaklanan basit bir perspektif sorunu sadece.  Hayat felsefesinin derinlerinde her noktasıyla belirli bir kaderin varlığına inanıyorsak tesadüflerin söz konusu olması elbette mümkün değildi fakat ya bu tesadüfler aslında şanssızlık sayılan sapmalar ise?  İnsanın üzerinde olduğu yörüngeden farkında olmaksızın çıkmasına neden olan her şeye tesadüf demek mümkün değil miydi? Tesadüfler, bizim hep doğru zamanda doğru yerde olup olmadığımıza karar verirken başımıza gelenler değil miydi?

Eğer yaşamak istediklerimiz başımıza hep onları istediğimiz zaman gelseydi şanslı olduğumuza inanır mıydık?

Sanmıyorum.
Zamanlama her zaman yanılır. Hayatın ne zaman doğru anda bizi bulduğunu asla bilemeyeceğiz. Kaderimizi yaşadığımıza inansak bile kaderin minik tesadüf oklarını üzerimize salıp salmadığını asla bilemeyeceğiz. Daha da kötüsü yaşayıp yaşmadığımızı bile asla bilemeyecek olmamız: ya tam öldüğümüzü sanırken kendimizi ana rahminden aşağı, dünya denen bataklığa doğru kayarken buluverirsek?

Düşnüyorum da bu hayatta önem vermeye değer hiçbir şey yok aslında; kendimizi suçlamak için geçerli sebeplerimiz hiç olmadı, hayatımızı seçimlerimiz sayesinde kendimizin yönlendirdiğine inanmak için dayanağımız hiç olmadı. Yanlış gözüken, pişmanlık doğuran seçimlerin aslında bizi istediklerimize götürecek olan seçimler olması ihtimali mümkün olduktan sonra hayatımızı kontrol edebildiğimize dair tüm savlara inanarak her hareketi, her "dönüm noktası"nı, her sözü bu kadar kutsallaştırmak niye?


Aslında şöyle bir durup, gerçekten bir saniye durup, düşünüyorum da:
Ne fark eder?