Kasım, 19
Ne zaman
ilişkilerimde her zaman olduğumdan fazla ilgili, fazla fedakar ve fazla
özverili bir insan olsam ayrılıklarım da normalde olduğundan bir o kadar fazla
acı yaratır oldu zihnimde. Halbuki ben böyle değildim bir zamanlar, ve hala bir
yanım var ki bir türlü umursamayı, vefalı olmalı ve yas tutmayı beceremiyor.
İçimde bir ben, kimseye değer vermek için çabalamayıp gününü gün etmeye bakarak
sıkıldığında insanları umutlu bağlılıkları ve aniden karşılaştıkları ayrılığın
hayal kırıklığı ile bırakıp giderken; bir diğeri var ki sadece kendi çabaları
ile hırpalanarak yürüttüğü bir ilişkinin aylar önce sessiz sedasız bir rafa
kaldırılmasını hala sindiremiyor. Hatta öyle ki, aynı anda birkaç kişiyle
birliktelikler, ne idüğü belirsiz ilişkiler, flörtler ve arkadaşlıklar
yürütürken bile tatmin olmuyor ve onu hiçbir açıklama yapmadan bırakıp giden
bir erkeğin geride bıraktığı belirsiz acılar bulutu içinde çırpınarak bir
kabustan uyanmaya çalışırken, bir sağa bir sola dönüp bir türlü nedenini
anlayamamaktan çıldırma derecesine gelerek kendini kaybediyor, olur olmadık
zamanlarda kederlere boğularak gözyaşlarını tutamıyordu. Hiçbir zaman tek
yanlı, normal, basit, adı her ne ise, öylece bir insan olmadım zaten; ama bu
herkesten sevgi görürken bile sevgiye aç ve doyumsuz oluşum acaba O’nun beni
hiç sevememesinden yadigar olarak mı yapıştı kaldı ruhuma böyle? Çok genç ve tecrübesizken,
benden çok daha fazlasını görmüş geçirmiş kadınların verdiğinden bile fazlasını
verdim ona, kendimden fazlasını sundum belki de. O’nu kendimde yaşarken, ben de
daha önce hiç keşfetmediğim yanlarımla tanıştım. Geçmişimin ve geleceğimin tüm
sevgilerini vakumlayarak çekip kendimde toplamıştım sanki: öyle sonsuz sevdim
O’nu. Acısı da öyle sonsuz oldu. Hala yılgınım, umutsuz, güvensiz ve kırgın.
Kendime bile yetemez oldum. Kendimden ne kadar verdiysem karşılığında da o
kadar yaralar doldu boşluklarıma. Ama hiç üzülmedim, çünkü onu sevmek inanılmaz
bir duyguydu, ve ben bunu tadabildiğim için acısından ve ayrılığından bile
çılgınca zevk alıyordum. Derken beni neden hiç sevememiş olduğunu düşünmek her
an istemsizce yaptığım bir refleks haline geldiğinde, kendimi sevilmeye layık
olmayan biri olarak nitelendirmeye başladığımı fark ettim. Kendime olan bütün
güvenimi ve özsaygımı camdan bir çerçeve gibi duvardan indirivermişti adeta.
İçerde ne kadar kırılgan ve yaralıysam dışımda da o kadar hırçın, saldırgan ve
güvenliydim, önüme gelen herkesten istediğimi almasını ve kendime verdiğim
değeri asla onlarınkinin ardına koymamayı öğrenerek bir sürü insanı hayal
kırıklıkları ve mutsuzluklar ile geçmişimin odalarına kilitlemeye başarmıştım.
Tabi, tüm bu mahpusların şiddetle kapılarını yumruklamaları şimdi şimdi başıma
dertler açmaya başladı, o da ayrı mesele. En sonunda sadece kendimin değil
çevremdekilerin hatta en yakınlarımın gözünde bile bir ölüm makinesi haline
geldiğimi fark ettim, burnu havada, umursamaz ve son derece zalim bir aşk
tanrıçasının görkemli ve tüyler ürperten tablosu gibi geziyordum ortalarda. Tüm
bunlara rağmen kimsenin dokunmadığı ve benim de yaklaştırmadığım köşelerimde
küskünlük ve yalnızlık ile acılar içinde yerleri döve döve ağlayan küçük bir
kız çocuğu vardı. O hiç gitmedi, hala orada. Hala acıyor. Hala kanıyor
yaraları. Hala sevgisiz. Doyumsuz ve muhtaç. Yapayalnız.
Neden seni böyle
kırmalarına izin verdin ? Neden yaralarını kendin sarmadın?
Başkalarından acını çıkarırken duygusuz ve acımasız bir canavar haline
geldiğini nasıl fark edemedin? Neden şiirler,
şarkılar canını böyle yakıyor hala? Ne zaman büyüyeceksin?