donna juan

sonunda anladim. ben sevilmek degil sevmek istiyordum, buydu ruhumu doyuran, canima can katan. cunku severken kendi okyanusumun derinliklerine inebiliyordum ancak, el degmemis mercanlar kesfediyordum oralarda; sesi duyulmamis benler vardi asagilarda. yillarca benden biriktirdigim her sey en dibe oturmus bir hazine sandigi gibi bekliyordu kapagini actiracak bir adamin gelmesini, hissetmesini icimde sakli kalanlarin mevcudiyetini; sonra korkusuzca dalabilmesini soguk sulara. oyle ki severken ben de yeniden taniyordum kendimi ve her seferinde tekrar asik oluyordum; fakat bu sefer kendime. sevme kudretinden nasibini almis yuregimin inceliklerine sasip kaliyordum ya, sirf bu yuzden her askta bir baskaydim ben. bundandi belki de hayatima giren erkeklerin kapanan kapilarimin arasina ayaklarini sikistirmalari her defasinda. herkes boylesine sevilmek isterdi elbette. evet, bir isik huzmesi iner gibi aydinlaniyor adeta icime bakisim; ben meger sevdigime degil sevmeye asikmisim. hah, Lord Byron da oyle dememis miydi zamaninda, hatta daha bu lafin mahiyetini bile anlayamadigim o genc yasimda yine de bir sebepten cok etkilenip de duvarima yazmistim ya: 
In her first passion woman loves her lover, In all the others all she loves is love,

sevme kudretiydi sinirlarimi zorlayan, tabularimi yikan, cilginliklar yaptiran, arsizlastiran, gurursuzlastiran, ama zariflestiren, merhametlilestiren, anaclastiran, kadinlastiran, en cok da cocuklastiran.. mutlaka boyle olmaliydi cunku her iliskide kadinlari erkeklerden ayiran bir sey vardi. dile getirmesi zor, tanimlanamayan bir sey; ama oyle bir sey ki aldatsa da, uzse de, kirip dokse de kadini hakli cikaran bir sey: bir kadinin sevisi erkegini; tipki cocugu gibi, tipki erkek kardesi gibi, bazen bir baba, bazen bir dost gibi, bazen bir yabanciyi bazen kendini sever gibi.