Şanssızlık tutanağı
Hayatımızda
hiçbir şeyin düzgün gitmediği zamanlarda dünyadaki bütün kötülüklerin bizim
başımıza geldiğine inanırız. Aslında onunla yaşamaya alıştığımız şeyler bile
böyle zamanlarda büyük şanssızlıklar ve külfetler dağı olarak büyür büyür büyür
gözümüzde. Öylesine büyür ki hatta bütün şanssızlıkları atlattıktan sonra
kendimizle baş başa kalıp ne kadar şanssız olduğumuzu, başımıza gelenleri nasıl
atlattığımızı, nelerin yaşanıp bittiğini düşünmeye başladığımız o an, hiçbir
şeyle alakası olmayan bir fikre; bir söze, belki düşen bir yaprağa oturup
ağlamaya başlarız. Hem de öyle bir ağlama ki ciğerimiz sökülür, gözlerimiz
önümüze akarcasına.
İşte böyle
zamanlarda gerçekten şanssız olduğumuz, bir şeyleri yanlış yapmış olmaktan
dolayı cezalandırıldığımız ya da lanetlenmiş falan olduğumuzdan mı tüm bunlar
durduk yere başımıza gelmeye başlar yoksa aslında şanslı olduğumuz için o an
başımıza gelebileceklerin daha kötülerinden korunmuş ve iyi kötü bütün
şanssızlıkları başımızdan bir şekilde savmış mı oluruz?
Ben mesela. Hiçbir zaman
başına gelenlerden ders çıkarmayı, her beladan sonra sırf benden daha kötü
durumda olanlar var diye “buna da şükür” demeyi, diğer herkes kadar bunları
yaşama olasılığım olduğuna inanmayı becerenlerden olamadım. Hayat beni öyle zor
zamanlarda köşeye sıkıştırdı ki ben hep “cana geleceğine mala geldi” değil de “keşke
cana gelseydi de kurtulsaydım” dedim. Hep benden daha şanslı olanların şansına
lanet ettim. Neden hep kasıtlı hiçbir kötülük yapmadığım hatta olabildiğince
kendime ve diğer herkese karşı iyi olduğum ve hayatımın en yolunda olduğu
zamanlarda başıma böyle olayların gelip durduğunu düşündüm. Hep sayıp sövdüm:
kendime, kaderime, şanssızlığıma, öğüt verenlere, ders çıkartan polyanalara, o
güne, o saate, her şeye.
Tüm bunlar bir
lanet, talihsizlik, kötü enerji falan mıydı? Eğer öyleyse neden evren bana daha
tahammül edilebilir uyarılar göndermiyordu da birden bütün şeytanlarını üzerime
salıyordu?
Yoksa hayatta
şanssızlıklar hep ceza olarak mı gelirdi başımıza?
Neden özellikle kendimde
cezalandırılmamı haklı çıkaracak hiçbir şey görmediğim zamanlarda başıma tonla
dert açılırdı?
Neden ben? Neden
kaderimde bu kadar çok dert tasa vardı? Neden neden neden neden
Neden kötülüğün
sivri okları beni sıyırıp bir yanımdakine isabet etmezdi ki? Sanki bulunduğum
her çevrede ben, gerilmiş koca bir kalkan gibi bütün okları yiyorum. Ya da işte
başkalarının başına ne geldiği hiç umrumda değil, olsa da şanslı olduğuma
inanmıyorum. Çünkü biliyorum, şimdi beni sıyırmış olsa da yarın mutlaka o ok
yine beni hedef alacak. Mutlaka.
Öyleyse 1
mutluluğun ardından gelen 10 kedere katlanmak için bu yaşama uğraşı neden?
Daha atlatacağım
kaç ayrılık, kaç kaza, kaç kaçış, kaç kayıp, kaç yalnızlık, kaç ben kaldı? Daha
kaç kere yere kapaklandıktan sonra tekrar ayağa kalkmak zorundayım? Bir kedide
9 tane, bende daha kaç can kaldı? Kaç ben’i daha talihsiz anlarıma gömüp geride
bırakacağım?