knock knock!

'Kalbinin sesini dinlemek' lafının 2000'lerin başına kadar popüler ve realize edilebilir olmasını anlarım belki ama git gide robotikleşen insan hayatında bugün, 2019 Ekim'inde yer olduğunu hiç sanmıyorum. Psişik güçleri olanlar bir yana; medyumlar ve rüya yorumcuları dahil, evrenin enerjisini sömürerek hayatta kalanları da geçiyorum, özel güçleri olmayan hiçbir makul, mantıklı, orta zekalı insan evladı vücuduna kan pompalayan bir organın sesini duyuyor mudur hay allahım!? En sessiz sokaklarda, ıssız gecelerde döndüm içime; derinlerden bana seslenen ya da hiç değilse fısıldayan bir şeyler, bir ben, bir ruh, bir tanrıyı duymaya çalıştım çok kez. Sonuç: mide gurultusu!

Amancanımyanmasıncılar çoktandır karşımızda savunma mekanizmalarını devreye sokmuş zaten, e hepimiz de hayatta kalabilmek için günlük hayatlarımızda ister istemez rasyonellik kıskacının içine sıkışıyoruz.. Hal böyle olunca, insanlardan, onları kırabilecek duyguların ağzından konuşan kalplerinin sesini dinlemelerini beklemek de büyük haksızlık gibi geliyor. Kimseden göz göre göre idam tahtasına çıkmasını da bekleyemeyiz tabi ki, çünkü bu keskin rasyonelliğin temellerini, nihai kalp kırıklıklarının attığını dile getirmeden sessizce kabullendik hepimiz. Hem kimsenin kendini sevme cüretini gösterecek kadar bile özveri sarf etmediği bir devirde nasıl olur da kalbimizin bir sesi olduğunu dahi düşünebiliriz ki? Hadi diyelim ki var ve bizle sıkı iletişim halinde, kaçımız bu hengamede onu duyacak kadar içimize eğilecek cesareti, gücü ve zamanı bulabiliyoruz? 

Ben mesela, dün saatlerce bir kafede gözlerimi boşluğa dikerek dünyadan çıkıp da kimsesizliklerde, göklerde, yerin dibinde falan aradım kalbimin sesini. Hiçbir şey duyamadım. Bana ne kal ne git dedi; ne sevmeye gücü olduğunu ne de bırakmaya.. Öte yandan aklım zırıl zırıl dönüyordu kafatasımın içinde: her hareketimin meydan vereceği sonuçları en ufak sapmaları dahi hesaba katarak müthiş kombinasyon haritaları çıkarıyordu bana. Sonra birden fark edip düşündüm: içinde insanın olduğu herhangi bir durumun kafamın içinde dönüp duran matematiğe uygun işlemesi ne kadar mümkündü? Elbet hesap edemediğim öyle çok dinamiklerin değişmesi mümkündü ki; ben mantıklı bir karar verip kendimi üzüntü buhranlarından korumaya çalışırken sesini bile duyamadığım bir kalbi dinlemediğim için yıllarca pişman olabilirdim! 

 Bence, kalbinin sesini dinlemek, zamana bırakıp plansızca göğüslemektir insanlık hallerini. Akış anında kapıldığın hislere güvenip kontrolsüzce dile getirmektir kendini. Üzülmekten korkmayıp o tahtaya çıkmak ve en nihayetinde sallanmakdırılmaktır ipin ucunda!