ECCE HOMO!

Ferşi geç, arşı atla, sidreyi aş;
Gör, ne var maverada ibrethiz
Tevfik Fikret

Doğumla ölüm arasına kaç kelimelik cümleler, ne kadar yüksek kahkahalar, ne kadar dost, kaç veda, kaç anı, ne kadar sancı sığdırabilir insan? Hayat değer mi bunca uğraşa? Tek nefese sığmaz mı bir koca ömür? Ayfer Tunç yerinde tespitiyle bu konuya basit bir açıklama getiriyor: “Hayatın bir anlamı yoktur ama yaşamak hayata bir anlam verme uğraşıdır.” (Ayfer Tunç) Doğum ile ölüm arasına sığdırılan hayat basit bir inattan ve alışkanlıktan başka bir şey değildir aslında. Bu tanımı yapabilmek umuduyla pek çok yazar aynı soruyu sormuştur: 

“Dünya bu kadar meraka ve heyecana değer mi?” (Peyami Safa)

İlk nefes, hayata ve dünyaya açılan ilk kapı, sancıların ve ağrıların da insanın iliklerine kadar işlediği ilk andır. İlk adım, kederin dalgaları arasında savrulmaya götürür insanı sonra insan büyür, büyür ve öğrenir neyle başa çıkacağını. Bu büyüklük ağır gelir küçük omuzlara, insan yorulur. Duracak bir anı bile yoktur çünkü zaman, dalgalarla ayakları altından kayıp giden kum taneleri gibidir; bir kum saatinin içinde dönüp duran zaman vardır ve işte orada, kum tanelerinde gizlidir, insan fark eder. Fark etmek, düşündürür. İnsan düşünür. Düşünmek, hayatın gizli katmanlarına doğru yorucu bir yolculuk yapmaktır; dünyadan ve zamandan soyutlanmak, karanlık bir boşlukta kendinle baş başa kalmaktır. Düşünen insan merak eder. Öylesine eder ki bu merak beynini kemiren bir kurt gibi rahatsız eder onu ama insan düşünür. Hayatı, nedenini, nasılını, dünyayı, varlığı, var olmayanı, var olabilmeyi, zamanı, geçen zamanı, geçmek bilmeyen zamanı, geleceğini ve gelmeyecek olanı, kendini düşünür bu kaosun ortasında, nerede olduğunu, nereye gittiğini, neden gidemediğini düşünür. İnsan düşünür. . Bağımlılık yapan kötü bir alışkanlıktır düşünmek. Düşünmek biraz da anlamaktır. “Anlamak her şeyi değiştiriyor.” (Tunç) İçinde yaşanılandan farklı bir dünyanın kapılarını açar anlamak. Dünyanın dışına uzanan bir merdivende üst basamaklara çıkmak gibidir anlamak; yorucudur, kahreder, can yakar. Hâlbuki insanı olgunlaştıran da bu can yanmaları değil midir? İnsan anlar bazen.  Olgun insan artık yorulmuştur, değiştirmek için savaşamaz ama kabullenemez de. Kabullenmek acıyı görmezden gelmektir. Acı, ucu körelmiş bir bıçaktır, batar ama kanatmaz. Her an başucunda olduğunu hatırlatır, o zaman insan içten içe kanar. Acısına ortak olmaya gelenler olur. İnsan anlaşıldığını sanır, avunur. Oysa bilmez ki kimse kimseyi gerçekten anlayamaz. Anlam ile mana arasındaki derin fark burada ortaya çıkar. Anlam anlamaktan sonra ortaya çıkan üründür, herkesin algısı farklı, anladığı farklıdır. Mana ise bir şeyin herkesçe aynı olan boyutudur. Anlamlandırmaya gerek duyulmadan var olan kısımdır. Dünyayı farklı şekilde yorumlayan insanlar birbirini anlar ama anlatılmaya çalışılanın manasını anlayarak kavrayamaz bu yüzden acının manası kişinin kendi hissiyatının kapıları ardına kilitlenmiştir. Gelenler hayal kırıklığını insanın üzerine sererek giderler. İnsan, yalnız kalır. Yalnızlık düşüncenin sığındığı soğuk bir kaledir insanı çepeçevre saran. Dünyayla insanın arasında uzanan upuzun bir Çin Seddi’dir yalnızlık. Bir buhrandır bazen. Bazen bir kılıç olur, iki ucu keskin. Yalnızlık insanın beyninde bir ağrıdır çoğu zaman, harmonik titreyişlerle insanı kıvrandıran. Yalnız insan fark eder:

“İnsana değmeden yaşanmıyor. …İnsanla da insansız da olmuyor.” (Tunç)

Doğan, büyüyen, anlayan, hisseden, ağrıyan, kanayan, gülen ve ağlayan insanın dünyadan koparabildiği yegâne varlığı tüm bunların hiçbir şeye değmediği anlayışıdır. Umutsuzlukla kıvranır insan. Varlık da en az yokluk kadar soyuttur aslında, var olunan zaman geçtiğinde o zamanda var olanlar hiç var olmamış olacaklardır. Kağıtlarını bu sancının mürekkebiyle dolduran ünlü yazar Cesare Pavese de pek çok kez anlatabilmeyi denemişti bu acıyı. Dünyaya ve acılarına veda etmeden önce de eşi bulunmaz bir parça bırakmıştı ondan sonrakilere: Yaşama Uğraşı. Ve şöyle demişti:

Yalnızlık acı çekmektir; sevişmek acı çekmek, malını mülkünü çoğaltmak ya da yığınlara karışmak acı çekmek; bütün bunlara son verir ölüm.                     
19 Ocak, 1938 (Cesare Pavese)

Tanrı’ya yaklaşmak için insanın acıyı özlediğini bir kere daha anlıyorum.  
2 Aralık, 1944 (Pavese)