bir eksik hikayeden

Susuyordu. Gözlerinden, kalbini avuçları arasında sıkan ellerin verdiği dayanılmaz acının parıltısı geçti. Kaşları muhtaç kıvrılışlarla gözlerinin kederine perde geriyordu sanki. Uzaklara bakan bu gözlerde insanın yüreğini sızlatan ve tüm bedenini utançla titretecek asil bir acı vardı. Gururlu bir kadının kendini teslim etmeyen ve kendine acıyarak bakılmasına dayanamayan iradesinin sessiz sessiz içine hıçkırarak narin vücudunu sarsışları ve bilhassa yüzündeki her çizginin  bu acıyla belirginleşerek titreyişine o pembe dudakların tek bir kıpırtıya izin vermeden sessiz kalışında yürek burkan bir masumiyet vardı.

İçinden tüm gücüyle haykırarak ağlamak ve kendini birinin kollarına bırakmak gelirken o haşin gururu onu kendi içine hapsetmiş; ne yanmasına göz yumuyordu ne de sönmesine. Boğazında takılıp kalıyordu kelimeleri, o kelimeler ki yükselerek kayaları döven dalgalar gibi boğuyor, boğuyordu onu.

Zaman geçti. Karanlık çöktü yeryüzüne. O körpecik gözlere vuran yıldızlar yine elemle parıldadı ve uzaktan uzağa sahili yıkayan dalgaların sesleri karıştı dizginlenen hıçkırıklarına. Dayanacak gücü kalmamıştı. Kalbi içine aldığı tüm acılarıyla büyümüş, büyümüş, tüm bedenini tek bir biçime sokmuştu. Onunsa bu yüreği taşıyacak gücü kalmamıştı. Ağırlığı omuzlarını yakıyor, elini ayağını kesiyordu. Sızlıyordu yüreği, aralıksız kanıyordu, o ise sessizliğe gömülmüş; teslim olmuştu acısına. Aslandan kaçarken yediği bir iki pençeyle giderek gücü tükenen ceylan gibi pes edip kendini avcısının kollarına bırakmıştı.

Kendi sesinin ona ihanet etmesinden korkuyordu. Kendini sıkmayı bırakıp sarsıla sarsıla ağlamaktan, zayıf ve muhtaç gözükmekten korkuyordu. Ama dayanamadı. Yüzünü ve gözyaşlarını göstermeye çekinerek yanındaki adamın dizlerine kapanıp sessiz sessiz hıçkırdı ve bedenini ağır ağır kanatan o bıçak en sert darbelerini büyük bir utanca bürünerek sapladı yüreğine. Kirpiklerini titreten ılık damlalar döküldü gözlerinden. Utancı acısını katladı, ağladı. Saçları dahi kıpırtısız kalmıştı bu manzaranın karşısında, falezi kucaklayan rüzgara rağmen her bir parçası o ilk damlanın utancını, acısını paylaşıyordu.

Çektiği acı bedenine ağır geliyordu.

Gözyaşının tuzu sıcak teninde eridi. Muhtaçtı. Açtı. Seven bir kucağa hasretti. Ama yalnızdı. Canını yakan adamın boynuna sarılıp ellerini sıkarak ağlayacak kadar bir başınaydı. Aklında hep aynı dizeler, aynı film sahneleri dolanıp duruyordu. Böyle anlarında hep kendine acırdı. Yine kendine acıyarak içten sarsılışlarla ağladı. Suçu kendinde arayıp onda bir şeyin eksik olduğuna inandı. Onu sevemeyen herkese delicesine kızıp yine de yanındaki adama kızgın bir tek sözcük edemeden içten içe sinirini kendine yöneltti.

Dokunsalar parmak uçlarından yakıcı bir acı dalgası akacaktı bedenlerine. Ay bile bu acının karşısında utanarak bulutların ardına saklanmıştı sanki, gel gör ki hiç kimse bu acıyı ne görebilmiş ne de hissedebilmişti, o da anlatmamıştı...