bir garibanın iniltileri
İki kişilik koltuğu paylaşıyorduk. Saçma sapan bir koltuk için bile olsa onunla bir bütünü oluşturmak delicesine mutlu ediyordu beni. Uzaktan güneşin ışıkları saçlarının sarısına, her baktığımda aklıma sütün yumuşaklığını getiren açık; kemikli ve geniş omuzlarına vuruyordu. Omuzlarına bakmak onun ne kadar sert ve kararlı olduğunu anlamaya yeterdi. Susup etrafı izlerken bile bir şeyler anlatmaya çalıştığını anlardın omuzlarından. Boynunun altından narin bir kıvrımla uzanan bu geniş ve kemikli omuzlarda hayata karşı korkusuz bir duruş vardı. Gerdanının berrak ve pürüzsüz parıltısında anaç bir cömertlik ve erkeğine kendini feda edecek bir kadının cesaretli teslimiyetçiliği parlardı adeta ve omuzlarının zarifçe yuvarlanışına güneş vururken, içimden o süt tene dudaklarımı dayayıp kadının varlığını donatan aşkı içmek gelirdi.
Tüm acıları köprücük kemiğini sarmıştı adeta. Çektiği dayanılmaz acıları kemiklerinin çekingen ve biçimli uzanışından okumak mümkündü.
Herhangi bir kadın değil ama o, benim kadınım, gönül çukurunun mağrur ve bir o kadar da asil uzanışı için aşık olunacak kadındı.
İnce boynu düşünceli ve mahsun bir tavırla sağa yatmış, kıvrılarak göğüsleriyle buluşuyordu. Bakışları yine bir köşeye dikilmiş ama görmüyordu. Ağzı sımsıkı kapalı fakat dudakları hafif kıpırtılarla kızıyor mu üzülüyor mu belli ediyordu ve solgun yüzünde bazen bu dudaklar baharın ilk gülleri kadar taze ve pembe olur, insanda öpücüklere boğma arzusu uyandırırlardı. Sırf öpmek için değil ama ona ait bir şeye sahip olduğumu hissedebilmek, onu bedenime katabilmek için o körpecik dudaklara yapışıp kalmak gelirdi içimden.
Bazen kaşları çatılır, boynu gerilir ve sırtı belli belirsiz öne gelir omuzlarını sıkardı, o zaman anlardım, bir sızı bedenimden geçer elimi ayağımı keserdi. O ak, parıltılı omuzların böyle sancıyla kıvranmaları kahrederdi beni, yine de hiçbir şey diyemez ben de onun haberi olmadan acı içinde kıvranırdım.
Boynunun omuzlarına doğru seğirtişinde buyurgan bir tavır sezerdi insan ve onun karşısında konuşurken omuzları gözlerinden çok yönlendirir, inceler, çeker çevirirdi karşısındakini.
Bu omuzlar nasıl hem bu kadar sahip hem de ait olabiliyorlardı? Nasıl hem aşık cilvelerle beni çağırıyor hem de yanına yaklaştırmayacak kadar gururlu bir tavır takınıyorlardı?