ölü canlar
İnsanoğlu yine de sımsıkı sarılıyor işte yaşamaya!
Ölümün ellerinden tutmaya hazır da olsa, hayattan tüm ümitlerini kesmiş; yaşamaya ara verip ölümü beklemeye başlamış ya da çocuksu hayallerinin hepsinden vazgeçmiş; tatsız tuzsuz perhizine isteksizce uyan yaşlanmış babanın güçsüzlüğü ve kayıtsızlığıyla önüne konulanı istendiği biçimde yaşıyor da olsa tüm organlarının tüm elleriyle sıkı sıkı tutunuyor hayata.
Üç saniyede alıp vereceği bir tek nefes için koca bir bedeni bir fabrika düzenliliği ve uyumuyla tıkır tıkır işletiyor, çarklar birbirini döndürüyor, kalp kasılıp gevşiyor, dalak nefesini tutuyor, böbrek titreyen bacaklarına bakıyor, tüm organlar dikkat kesilip derin bir sessizliğe gömülerek bekliyorlar: sadece tek bir nefes için.
Arzuları, umutları, geçmişi, hisleri, hissedemedikleri, bildiği ve bilemedikleri, aradığı, olduğu ve olamadığıyla bir insan işte çenesinin sol altında yumuşak ve ılık boynunun altındaki o damarda var oluyor. Ölümü de arzulasa müthiş bir çabayla o boyunda yükselip alçalan, ufacık bir tepecikte varlığını ispatlayan canında atıyor insan. en garibi de bu ki; yaşamayı en mutlu dakikalarında bile benimseyemeyen o insan, hayatına her şeyiyle sıkı sıkıya sarılmışlardan daha çok çırpınıyor belki.
Boynun sol yanında, derinin altında minik minik cüce insancıklar, içinde bulundukları bedeni yaşatmak için canhıraş koşturuyor; kalbin pompaladığı kanda yüzerek bir boyna çıkıp bir kalbe inerken kalple beraber atıyor ve boyunda damarın üstünde o aceleci tepeciğe neden oluyorlar sanki.
Üşüdüğünde kalbinin çok daha hızlı attığını fark etmez insan. Bedeni kendine haber dahi vermeden onu yaşatabilmek için çırpınır. Bedenine bile hükmedemeyen insanın dünyaya ve doğaya sahip olmaya çalışması, açıkçası olması da, ne traji-komik! Ama söylesen böyle böyle diye, falan da filan.
Başka bir insanın boynu, tüm varlığı; acıları, sevinçleri, çocukluğu, hatıraları, benliği, hırsları, aşkları, ilk öpüşleri, ölümü ve asıl canıyla ellerinin altında çırpınıyor, acele acele normalde hiç fark etmediğimiz o tepeciği oluşturup tekrar eski halini alıyorken sen elini tam da damarının üstüne koyup altında akan ılık kanı hissedip kalbinin de, tüm varlığıyla o insanın da o an elinin altında olduğunu duyarsan belki içinden, ufacık bir kesik atıp o damarı takiple kalbe ulaşmak ve bütün bu telaşın asıl sebebini ellerinin arasına alarak, bir işle uğraşırken yakalanan çekimser ve utangaç kız çocuğu gibi avuçlarında özenle işine devam edişini izlemek gelir.
Ne yüreğinde ne aklında ne bedeninde; insan işte şuracıkta çenesinin altında yumuşak ve titrek teninin altında duyuyor, hissediyor; yaşıyor.
Ama sen baksan ki o damara ve inip kalkan tenin gerilmelerine, akan kanın ellerinin altından süzülüşüne; sanırsın ki her zaman yaptığı şeyleri aynı alışkan tavırlar ve bildik hareketlerle uysal uysal tekrar etmiyor da sanki biri boğazına sarılmışçasına çırpınıyor, bir damla fazla kan pompalayabilmek için iç organlarının hepsi el ele verip kendilerini bu kutsal amaç için feda ediyorlar.
İşte insan bilmeden böylesine sıkıca sarılıyor hayata ve bir damla kan için delicesine çırpınıyor.
En asil intihar da, gerçek var oluşun can bulduğu bu deriyi, ağır ağır; yaptığın işin kutsallığının farkına vararak kanatıp altında kendini görerek; çırpınışlarını izlerken, hafiflemiş vücudundaki bütün kanın, pencereden karanlık lacivertlere süzülen mavi bir ışık hüzmesi olup usulca akıp gidişini beklemek olacaktır.
Ölümün ellerinden tutmaya hazır da olsa, hayattan tüm ümitlerini kesmiş; yaşamaya ara verip ölümü beklemeye başlamış ya da çocuksu hayallerinin hepsinden vazgeçmiş; tatsız tuzsuz perhizine isteksizce uyan yaşlanmış babanın güçsüzlüğü ve kayıtsızlığıyla önüne konulanı istendiği biçimde yaşıyor da olsa tüm organlarının tüm elleriyle sıkı sıkı tutunuyor hayata.
Üç saniyede alıp vereceği bir tek nefes için koca bir bedeni bir fabrika düzenliliği ve uyumuyla tıkır tıkır işletiyor, çarklar birbirini döndürüyor, kalp kasılıp gevşiyor, dalak nefesini tutuyor, böbrek titreyen bacaklarına bakıyor, tüm organlar dikkat kesilip derin bir sessizliğe gömülerek bekliyorlar: sadece tek bir nefes için.
Arzuları, umutları, geçmişi, hisleri, hissedemedikleri, bildiği ve bilemedikleri, aradığı, olduğu ve olamadığıyla bir insan işte çenesinin sol altında yumuşak ve ılık boynunun altındaki o damarda var oluyor. Ölümü de arzulasa müthiş bir çabayla o boyunda yükselip alçalan, ufacık bir tepecikte varlığını ispatlayan canında atıyor insan. en garibi de bu ki; yaşamayı en mutlu dakikalarında bile benimseyemeyen o insan, hayatına her şeyiyle sıkı sıkıya sarılmışlardan daha çok çırpınıyor belki.
Boynun sol yanında, derinin altında minik minik cüce insancıklar, içinde bulundukları bedeni yaşatmak için canhıraş koşturuyor; kalbin pompaladığı kanda yüzerek bir boyna çıkıp bir kalbe inerken kalple beraber atıyor ve boyunda damarın üstünde o aceleci tepeciğe neden oluyorlar sanki.
Üşüdüğünde kalbinin çok daha hızlı attığını fark etmez insan. Bedeni kendine haber dahi vermeden onu yaşatabilmek için çırpınır. Bedenine bile hükmedemeyen insanın dünyaya ve doğaya sahip olmaya çalışması, açıkçası olması da, ne traji-komik! Ama söylesen böyle böyle diye, falan da filan.
Başka bir insanın boynu, tüm varlığı; acıları, sevinçleri, çocukluğu, hatıraları, benliği, hırsları, aşkları, ilk öpüşleri, ölümü ve asıl canıyla ellerinin altında çırpınıyor, acele acele normalde hiç fark etmediğimiz o tepeciği oluşturup tekrar eski halini alıyorken sen elini tam da damarının üstüne koyup altında akan ılık kanı hissedip kalbinin de, tüm varlığıyla o insanın da o an elinin altında olduğunu duyarsan belki içinden, ufacık bir kesik atıp o damarı takiple kalbe ulaşmak ve bütün bu telaşın asıl sebebini ellerinin arasına alarak, bir işle uğraşırken yakalanan çekimser ve utangaç kız çocuğu gibi avuçlarında özenle işine devam edişini izlemek gelir.
Ne yüreğinde ne aklında ne bedeninde; insan işte şuracıkta çenesinin altında yumuşak ve titrek teninin altında duyuyor, hissediyor; yaşıyor.
Ama sen baksan ki o damara ve inip kalkan tenin gerilmelerine, akan kanın ellerinin altından süzülüşüne; sanırsın ki her zaman yaptığı şeyleri aynı alışkan tavırlar ve bildik hareketlerle uysal uysal tekrar etmiyor da sanki biri boğazına sarılmışçasına çırpınıyor, bir damla fazla kan pompalayabilmek için iç organlarının hepsi el ele verip kendilerini bu kutsal amaç için feda ediyorlar.
İşte insan bilmeden böylesine sıkıca sarılıyor hayata ve bir damla kan için delicesine çırpınıyor.
En asil intihar da, gerçek var oluşun can bulduğu bu deriyi, ağır ağır; yaptığın işin kutsallığının farkına vararak kanatıp altında kendini görerek; çırpınışlarını izlerken, hafiflemiş vücudundaki bütün kanın, pencereden karanlık lacivertlere süzülen mavi bir ışık hüzmesi olup usulca akıp gidişini beklemek olacaktır.