metal tıngırtısı

İnsan dünyaya salındı. Gözlerini açtı ve etrafını izledi. Önce boşluk vardı zihninde. Maddesel bir boşluk. Somut bir sessizlik. Sonra düşünmeye başladı. Düşündü ama neyle? Kelimelerle mi? Hangi kelimelerle? Hangi dille? Bilinmez fakat düşündü. Gördüğü her şey birer imgeydi onun için. İsimleri olmayan ve isimleri olmadığı için nesneyi karşılarken insana sadece ‘öyle olduğu’ hissini veren birer imgeydiler. İnsan diğer insanla karşılaştı. O da düşünüyordu. Anlaştılar. Büyüdüler ve geliştiler. Bir araya geldiler, bir arada düşünmeyi öğrendiler. Doğayı kontrol altına aldılar. İnsanları da kontrol altına alabildiklerini gördüler.

İnsanlık tarihi düşünceyle başladı ve düşünceyle var oldu. Bugün de ancak düşünceyle var kalabilir. Yirmi birinci yüzyılın en acı gerçeklerinden biridir ki insan artık düşünmüyor. Düşüncelerini karşılayacak kadar kelime bilgisi bile yok çoğu insanın. İnsanlık acınası halde… Geliştiğini söylemek çirkin bir yalan olur.

Tarih öncesi çağlardan beri insanları savaşa yönelten asıl etken her zaman ego olmuştur. Kimisi bunu güçle, hükmetmekle tatmin edeceğine inanmış, kimisi ırkının asilliğini ispata kalkışmış, kimisi bir dini yaymak uğruna karış karış toprağı kanla yıkamıştır. Yirmi birinci yüzyılda insanların eline kılıcını, tüfeğini alması yakışık almayacağından olacak herhalde yeni bir sistemleri var bu iş için: karşıdakinin var olduğunu fark etmesini engellemek. Düşünmeyen insan var olamayacağı, varlığını fark edemeyeceği için düşünemeyen kitleler yaratılmaya çalışılıyor artık. Reklamlarda bile utanmadan "Düşünmek bizim işimiz" ya da vay efendim "Siz düşünmeyin, biz sizin yerinize düşünürüz" deniyor. Taktik başarılı çünkü bizim ülkemizde tembelliğe batmış bu kadar insanın bu teklife ‘kolaylık’ gözüyle bakıp düşünme hakkını başkasına devretmemesi işten bile değil.

Son model bir bilgisayarın gerçekleştirdiği işlemlerden biri: sorgulama (silinecek bir dosya için defalarca emin olup olmadığımızı sorar). Bir insan icadı bunu yapabilirken sahibinin acizliği nasıl göze batmaz? Bir eve bir beyin yeter. Bir bilgisayar, bir beyin; bir insan, bir robot. Konu düşünceye, robota dönen insana gelince George Orwell akla gelen ilk isim oluyor tabii. 1984 bir distopya değildi, yaklaşık altmış yıl sonra insanlığın farkında dahi olmadan içine sıkışacağı sistemin bir ön gösterimiydi. Yeterince sorgulanmadığı için geç kalındı.

Düşünmemek beraberinde dil karmaşıklığına ve kelime kargaşasına da yol açtı. İnsanlar düşünmedikleri için bazı nesnelerin karşılıklarını unutmaya başladılar, zamanla akıllarında kalan üç beş benzer kelime grubu da birbiri yerine kullanılmak gibi bir zulme kurban gitti. Bizim yerimize düşünen yardımsever insanlar, bizim yerimize de konuşacaklardı elbet, her şey önceden ayarlanmıştı. Yüzyıllar önce Caesar şu sözleri yüzünden başına çok iş açmıştı:

“Sylla nescivit literas, non potuit dictare”

Sulla’nın okuma yazması yoktu, bu yüzden buyruk yazdıramaz, yönetemezdi.

“Yönetmek” anlamındaki ‘dictare’ sözü diktatörlük etmek olarak algılanmıştı. Günümüzün ironisi…
Peki, ‘asıl mesele’ hangisi? Var olmak mı? Varlığını fark etmek mi? Düşünmeyi öğrenmek mi? Düşündüğünü dile getirebilmek mi? Fark ettirebilmek, iradeli olabilmek mi? Zor bir seçim. Doğuştan kör olan bir ressam insanlığa şöyle seslenmişti:

“Bakıp da göremiyorsan görmek için bak.”

Bu, sadece âmâ bir adamın kaderine ettiği sonuçsuz isyanlarının yönü değiştirilerek kıyaslama yaptırmak ve şükrettirmek için insanların eline verilmiş bir avuntu değildi. Bu, bakıp da göremediklerimizi görmek için bir çağrıydı, o da kendi yarasını insanlığa mal eden bir halk kahramanıydı.

Durum analizi: İnsanlığın ilk çağlarında olduğundan bile geride değil dipteyiz, yatay bir düzlemde ilerlemek ve gerilemek olmak üzere iki şansımız varken biz dibe inmeyi tercih etmişiz. Düşünmüyoruz. Umursamıyoruz. Dikkat etmiyoruz. Değer vermiyoruz. Tembeliz. Farkında olamıyoruz. Düşünmüyoruz. Kendimize olan saygımızı da yitirdik. Varlığımızdan bihaberiz. Konuşmayı da politikacılara, ülkeyi yönetenlere, iş adamlarına, parası olanlara, egoist savaşçılara bıraktık, nefes almakla yetiniyoruz. Düşünmüyoruz. Bakmayı da bilmiyoruz. Cesaretimiz yok, ‘dur’ diyemiyoruz. ‘Amerika’nın oyunları bunlar’ diyor yine oyuna geliyoruz. Güçlü insanların savaşına kurban giden birer kukladan başka hiçbir şey olamıyoruz. Düşünemeyen kitleleriz. Karanlıkta uzun süre kaldık, aydınlık sızıverirse kapı altından, gözlerimiz kamaşıyor, ateşle ilk kez yüz yüze gelen insan gibi telaşa düşüyoruz. Düşünemiyoruz.


Düşünmeyi de öğretmeli insanoğluna!

Yorumlar