Merdiven paradoksu
Gelecek, dönüp dolaşıp yine bugünün kapısını çalar.
İnsanlar geleceği hayal ederek bugünlerini birer yumurta gibi gelecek pastalarına kırarken hiç düşünmezler ki bu gelecek belki de hiç gelmeyecek... Bugünümüzü yarın için, yarınımızı sonraki gün ve ondan sonrakini de bir ertesi için feda ederiz. Böylece hiç yakalayamadığımız 'gelecek' için elimizdeki bütün 'bugün'leri tüketiriz.
Peki, elde ne kalır?
Her insan, yalnızca öngördüğü, beklediği, umduğu şey için yaşar. Bütün yaşamı, öyle bir biçimde kurulmuştur ki, her anın onu izleyen bir anı hazırladığını, her saatin ondan sonra gelecek bir saati, her günün, ardından gelecek bir günü hazırladığını bildiği ölçüde onun için bir değeri vardır. Bütün yaşamı, düşlerden, ideallerden, tasarılardan, beklentilerden oluşur -bütün şimdiki zamanı, geleceğinin çevresindeki düşüncelerden oluşur. Olan, şimdi var olan her şey belirsiz, karışık, yetersiz, ikincil görünür bize, kendi kendimizi ancak bütün bu şimdi var olan şeylerin bir önsözden, geleceğin güzel romanının uzun, sıkıcı bir önsözünden başka bir şey olmadığını düşünerek avuturuz kendimizi. Bütün insanlar, bilerek ya da bilmeyerek, bu inançla yaşarlar. Ansızın biri onlara bir saat içinde tümünün öleceğini söyleyecek olsa, yaptıkları, yapmış oldukları her şeyin onlar için hiçbir hazzı, hiçbir tadı, hiçbir değeri olmazdı. Geleceğin aynası olmasa, güncel gerçeklik aşağılık, iğrenç, anlamsız görünürdü. Yeniden karşılaşmalara, utkulara, yükselişlere, terfilere, çoğalışlara, ele geçirmelere, unutmalara umut bağlatan yarın olmasaydı, insanlar yaşamaya razı olmazlardı. Yarının uzak kokusu olmasa, bugünün kara ekmeğini yemezlerdi.
Eğer bir an için bile olsa her an ölebileceğimiz gerçeğiyle tüm cesaretimizi ortaya koyup yüzleşebilirsek 'bugün'lerimizi anlamlı kılabiliriz. Ölüm, hiçbir kanıta ihtiyaç duymadan kabul edip beklediğimiz tek mutlak gerçektir -o hiç yokmuşçasına yaşarız, o da ayrı mevzu.
Anın tadını çıkarabilmektir yaşamak, bir gelecek hayali kurup merdivenleri çıkarken aşağıya inmek değildir.
Ölüm bir saat içerisinde çalacaksa kapımızı, o anda geçmişimizden zevk alabilmektir yaşamak. "Yaşadım." diyerek veda edebilmektir Kaçan Aynaya.
Kaçan Ayna sadece geleceğin kendisi ya da geleceğin aynası olan bugün değil aslında, bu ayna hem yaşayarak tükettiğimiz -tabiri caizse 'kaçırdığımız'- dakikalar hem de kaçtığını sandığımız fakat aslında bizi (siz bu yazıyı okurken, ben bilmem nerede yine bi' boklarla uğraşıyorken bile) kovalıyor olan ölümün ta kendisi. Tıpkısının aynısı. Hık demiş burnundan düşmüşü.
Bugün, geleceğin önsözüdür, önsözler de romanların bir özetinden hatta çoğu zaman daha fazlasını bile içeren bir bölümden başka bir şey değildir. Bazı insanlar önsözleri kitap bitince okumayı tercih ederler; bazılarıysa hiç okumamayı... (Kimileri var ki ortasında açar okur, onlara da selam olsun.)
Ölüm gerçeği, gelirken geleceği tamamen sildiği gibi insanı da sonsuz bir bugünün içine kapatır.
İstasyona giren trenden inen makinistin hoşnutsuzca alnını kurulaması: kader inancına sahip insanlar için kaderin, nihilistler için hiçliğin yani yaşamın kendisinin, gelecek peşinde koşan için yarının yani ölümün ve 'carpe diem'ciler içinse şeytanın -Faust örneğinde olduğu gibi- o insanlara bir cilvesidir.
Alın size 'kaderin cilvesi'...
Bugünler yarınların birer fragmanı değiller. Olan ve olacak ne varsa bugündedir.
Leptabımın kapağını indirdiğim anda yaşamım son bulabilir ve ben hayatıma şeytanın elini tutarak veda ederim.
Anı yaşayın