Merdiven paradoksu
Gelecek, dönüp dolaşıp yine bugünün kapısını çalar.
İnsanlar geleceği hayal ederek bugünlerini birer yumurta gibi gelecek pastalarına kırarken hiç düşünmezler ki bu gelecek belki de hiç gelmeyecek... Bugünümüzü yarın için, yarınımızı sonraki gün ve ondan sonrakini de bir ertesi için feda ederiz. Böylece hiç yakalayamadığımız 'gelecek' için elimizdeki bütün 'bugün'leri tüketiriz.
Peki, elde ne kalır?

Eğer bir an için bile olsa her an ölebileceğimiz gerçeğiyle tüm cesaretimizi ortaya koyup yüzleşebilirsek 'bugün'lerimizi anlamlı kılabiliriz. Ölüm, hiçbir kanıta ihtiyaç duymadan kabul edip beklediğimiz tek mutlak gerçektir -o hiç yokmuşçasına yaşarız, o da ayrı mevzu.
Anın tadını çıkarabilmektir yaşamak, bir gelecek hayali kurup merdivenleri çıkarken aşağıya inmek değildir.
Ölüm bir saat içerisinde çalacaksa kapımızı, o anda geçmişimizden zevk alabilmektir yaşamak. "Yaşadım." diyerek veda edebilmektir Kaçan Aynaya.
Kaçan Ayna sadece geleceğin kendisi ya da geleceğin aynası olan bugün değil aslında, bu ayna hem yaşayarak tükettiğimiz -tabiri caizse 'kaçırdığımız'- dakikalar hem de kaçtığını sandığımız fakat aslında bizi (siz bu yazıyı okurken, ben bilmem nerede yine bi' boklarla uğraşıyorken bile) kovalıyor olan ölümün ta kendisi. Tıpkısının aynısı. Hık demiş burnundan düşmüşü.

Ölüm gerçeği, gelirken geleceği tamamen sildiği gibi insanı da sonsuz bir bugünün içine kapatır.
İstasyona giren trenden inen makinistin hoşnutsuzca alnını kurulaması: kader inancına sahip insanlar için kaderin, nihilistler için hiçliğin yani yaşamın kendisinin, gelecek peşinde koşan için yarının yani ölümün ve 'carpe diem'ciler içinse şeytanın -Faust örneğinde olduğu gibi- o insanlara bir cilvesidir.
Alın size 'kaderin cilvesi'...
Bugünler yarınların birer fragmanı değiller. Olan ve olacak ne varsa bugündedir.
Leptabımın kapağını indirdiğim anda yaşamım son bulabilir ve ben hayatıma şeytanın elini tutarak veda ederim.
Anı yaşayın